Beyaza özlem: Kayaköy`deki Rum evleri

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Bu haftaki köşemde, gazetemizin yazın 12  sayfa olduğu dönemde hazırladığım, siz değerli okurlarımla paylaşmak istediğim bir yazım var...
***
Fethiye Kayaköy’deki tatilimin ikinci günü. Katıldığım sanat kampının programı çerçevesinde Kayaköy’de Mübadele Dönemi’nde terk edilmiş Rum evlerini, kiliseleri dolaştık. Beynin bütünleştirme işlevinden olsa gerek, uzaktan bir bütün olarak görünen Rum evlerinin yanlarından geçince, aslında onların köyün geride kalan yıkık dökük ön cephelerden ibaret olduğunu anlıyor insan. Arada kalan irili ufaklı kiliseler, çoktan kimliklerini yitirmeye yüz tutmuşlar. En tepedeki şapele vardığınızda, bir yandan Akdeniz’in nefes kesen görüntüsüne hayran kalmadan edemiyorsunuz ve benim bir yanım, başımı diğer yöne çevirdiğimde terkedilmiş Rum köyünün manzarasıyla irkiliyor. Turistik ve dinlence amaçlarıyla yürüdüğümüz o taşlı yollar, aslında hazin bir tarihin günümüze kalan izleri... “Kayaköy’de bugün herhangi bir Rum yaşıyor mu?” diye sorduğumda cevap çok yakınmda, kısa ve netti: hayır...
Köy kahvesinde sohbet ettiğimiz yaşlıca amca, biraz da şahit olduğu tarihin etkisiyle Yunanlı ve Rumlara pek iyi bir gözle bakmıyor. Biz genç neslin görevi ise olumsuz çağrışımlarla dolu farklılıklar aramak değil; kültürel ve tarihi zenginlikleri pekiştirmek olmalı. Hatta mümkünse bir zamanlar büyüklerimizin zedelediği dostluğu yeniden kurabilmek...
İnsanoğlunun sahip olduğu, doğasında barındırdığı birtakım kötücül yönleri yabana atmıyorum, atamam da. Yüzyıllardır “iyi” ve “kötü” boşu boşuna tartışılmıyor ve ben de bu geleneğin 2000’lilerdeki mirasçısıyım. Daha çok birtakım farkındalıkların “iyi”ye olan arayışımıza büyük katkıda bulunacağı kanaatindeyim. İnsanın kendisimim farkında olması, karşısındakinin farkında olması, vicdanen doğru hissetiğini yapması... Mesele biraz da bu değil mi?
Yaşamın rengi gridir. İyi olmaya çalışırken, beyaza bir özlem duyarız. İnanıyorum ki dengeleri en doğru biçimde kurduğumuz zaman, hayatın rengi gri de olsa, yakaladığımız renk kendi içinde beyaza eşdeğer olacaktır. Üstüne üslük her gün yeni bir günse, yeni canlılar dünyaya geliyorsa, umut varsa, içimizdeki siyah bizi çelse de beyaza olan özlemimizle başarabileceğimiz çok şey olmalı!
Tatil yolu hayatımın en güzel akşamlarından biriydi. Yağmur yağmıştı ve ardından birbirlerine paralel iki gökkuşağı belirmişti. Gökkuşağını gördükleri zaman insanlar altından geçebilmek ümidiyle dilek tutarlar. Bense onu her görmüşümde Noah’ın hikâyesini hatırlarım. Biliyordum ki Tanrı, Noah Tufanı’nın ardından gökkuşağını insanoğluna armağan etti ve bir daha tüm insanlığı etkileyecek denli felâketler göndermeyeceğine söz verdi. Bunu düşünüp, mutlu olur ve duygulanırım. Öte yandan gökkuşağının ilginç bir özelliği daha vardır. Bildiğim kadarıyla altından ne kadar geçmek isterseniz isteyin ona ulaşamıyorsunuz. Gökkuşağını kovalamayı, iyiye dair arayışımıza ve biraz da hayatın anlamına benzetiyorum. Mutlak bir sonuca ulaşamıyoruz; ama belki de asıl mesele bu arayış sürecinde, bu yolculukta yer almakta...
Kayaköy Rum evleri, doğa onları alıp, değişim sürecine katıncaya dek direnecekler. Oysa gökkuşağı zaman zaman bizlere yeniden gülümsüyor olacak. Ya bizler nerede olacağız? Gökkuşağının atlından geçebilecek veya beyaz renkte buluşabilecek miyiz? Cevabınız karamsar olmasın, oraya en yakın istasyona gitmek için yola koyalım! Ben tüm samimiyetimle varım...