Güvercinleri de vuruyorlar

Hrant Dink`in öldürülmesi hüznün ve adaletsizliğin ta kendisidir. Olaydan sonra kimi gazeteci ve yorumcunun saatlerce analiz yapması daha da isyan ettiriyor insanı. Onsuz kalan eşinin ve çocuklarının büyük dramı en önemli analiz konusu değil midir? Lakin en doğru soruyu da Başbakan soruyor: "Sürekli kendisiyle kavgalı bir toplum olarak mı kalacağız?"...

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Türkiye; gerçek bir aydınını, entellektüelini, kimi fikirlerine katılmasak da gerçek bir demokratını, özcümle ‘güzel’ bir evladını daha kaybetti yine ve yeniden.
Hrant Dink’in katlinin ardından geriye kalan tek teselli, katilinin bulunması ve karanlık kalan onca aydın ve gazeteci cinayetlerinin ardından yapılan komplo teorilerinin bu kez o kadar rahatça yapılamayacak olması.
Alçak cinayetten hemen sonra basında, televizyonda, orada, burada yapılan onca analiz konuşmalarına tahammül etmek çok zor. Böylesi bir olaydan sonra insan susar, seven insan acısını hatta öfkesini içine akıtır. Ama bizde maşallah yazarlarımız, yorumcularımız oturuyorlar saatlerce ve o alçak soruya cevap arıyorlar: “bu cinayet kime yaradı?” Yani, kime yaradıysa o yapmıştır demeye getirmek için soruyorlar!
Ama işte eşi ve üç çocuğu artık Hrantsız! Var mı bundan daha büyük acı, var mı bundan daha büyük analiz konusu yahu?
Eğer inceleyecekseniz, eğer analiz yapacaksanız ülkemdeki şiddet ikliminin nasıl da bir hoşgörü ve tahammül iklimine dönüştürülebileceğini tartışın.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “sürekli kendisiyle kavgalı bir toplum olarak mı kalacağız?” denli bugüne kadar sorduğu en güzel ve anlamlı soruyu masaya yatırın. Sürekli bir düşman yaratan söylemlerin, nasıl doğrular üzerinde yükselebileceğini tartışın artık.
Başarısızlığı, yenilgiyi, geri kalmışlığı hep başkalarına yani ‘öteki’ye, yani ‘düşman’a faturalayan anlayışın değiştirilmesine kafa patlatın biraz da!
Bu ülkede, güvercinleri bile vuracak kadar insanlığını unutmuşlara yenilerinin eklenmemesi için konuşun biraz da.
Her türlü gelişmeyi, düşman eksenli komplo teorileri ile açıklayan anlayışın nasıl değiştirilebileceğini anlatın artık!
Ve emin olun, o gün, gerçek Türk düşmanları ne yapacaklarını şaşıracaklar!...
Yok, eğer bunları irdelemeyecek, hamasi nutuklar atıp, içi boş analizlerinizin beraberinde timsah gözyaşları dökecekseniz, bilin ki artık sizi dinleyeceklerin sayısı azalacaktır...
Dink’in ailesine ve tüm sevenlerine sabır dilemekten başka elimizden bir şey gelmiyor...
***
Ciddi bir televizyon kanalını seyrediyorum hayretler içinde. İngiltere’de çekilmiş yerli bir belgesel günümüz Britanya’nın resmini vermeye çalışıyor. İngiltere ve ABD bu belgesele göre dünyanın en kötü ülkeleri adeta. Toplumlarına iyi bakmayan, dış toplumları ise sömüren iki emperyalist ülke. Ekranın üst köşesine bakıyorum; hayır doğru görüyorum. Aynı kanal müthiş bir tek yanlı propaganda ile seyircisine Batı’yı kötülüyor. Hani, uzaydan gelen biri olsanız, evinize dönmeniz ve insanlığın iyiliği için bu iki ülkeyi yoketmek için topyekûn savaş hazırlığı yapmanız gelecek. Ünlü bir televizyon dizisinin ‘kitsch’ karakterinin deyimiyle, “pes yahu!”...
Şahsen, bu iki ülkenin bu kadar düzeysiz eleştirilmesinden bıktım, sıkıldım. Tamam, her iki ülke de bellki dünyaya model bir toplum sunmuyor. Eksiklikleri ve başarısızlıkları çok. Lakin, her ikisinin de, günümüzde dünyanın en ileri demokratik ve özgürlükçü toplumlarını yarattığını kimi basiretsiz ve cahil yöneticilerinin yüzünden inkâr mı edeceğiz? Bilime ve insanlığa yaptıkları onca katkıyı görmezden mi geleceğiz?
İmdadıma www.eustonmanifesto.org geliyor! İngiltere ve ABD’nin önde gelen ilerici ve demokratlarının manifestolarının sitesi! Manifestoyu okuduğumda uzun zamandır siyasi zeminde ilk kez yalnız olmadığımı görüyorum. Sıkı bir sağ politikaları eleştirisi var ama sıkı bir kör sol siyaset eleştirisi ile beraber! ‘Dünya varmış’ diyesim geliyor artık. “Çifte standart yok” deniyor. “Anadan doğma” Amerikan düşmanlığı da yok ama Irak politikalarının ciddi bir eleştirisi de var. “Benim teröristim, senin teröristin” hiç yok. Ama intihar eylemcilerini ‘anlamaya’ çalışmak da yok! Globalleşmeye evet ama bunun sadece zengin ve gelişmiş ülke ve toplumlarına yaramasına da hayır!
Vesaire, vesaire, vesaire...
Yalnızlık duygusunun kalkması müthiş rahatlatıcı bir hissiyat. Ama asıl rahatlama ülkem insanının da çifte standartlı yönlendirmelere karşı uyanık olacağı zaman gerçekleşecek.
Türkiye’nin yakın gelecekte en önemli meselesi AB’ye girmesi değildir.
En önemli gündemi kendine güvenmeyen, ‘öteki’den sürekli korkup onu giderek düşmanlaştıran bir düşünce anlayışına son vermek olmalı...
Cumhuriyet kuruluş tarihimize bir bakmak yeter de artar bile.