Almanya, yine mi?

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
20 Şubat 2008 Çarşamba

Almanya’nın çeşitli kentlerinde kısa zamana sığan ve Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeleri hedef alan yangınlar beraberinde ciddi soru işaretlerini getiriyor… Polisin şu ana dek yangınlardaki kasıt ihtimalini gündem dışı tutmuş olması ile yangınların kısa aralıklarla tekrarlanıyor olması çelişen bir durumu ifade ediyor, ve doğal olarak kamuoyunda rahatsızlık yaratıyor.

Savaştan, bir yanda iki farklı kamp tarafından bölünmüş, öte yanda ülkenin imarında çalışacak genç nüfusundan neredeyse tamamen yoksun bir şekilde çıkan Almanya, bu eksikliğini 1950’li yılların sonundan itibaren çağrı yaptığı değişik ülke vatandaşlarının katkıları ile kapattı. Anadolu’nun uzak köşelerinden gelen Türkler de, Almanya’nın tarihi sayılabilecek yeniden yapılanmasında yabana atılmayacak bir rol oynadılar. Genç yaşlarında, ailelerini, sevdiklerini geride bırakarak, sayısız zorluklara göğüs gererek, tabiri yerinde ise, karın tokluğuna çalışma pahasına buralara geldiler ve belki de, katkılarının kıymetini tartamadan, devamlı çalıştılar. 

Almanya’nın serpilmesi ve yalnız Avrupa’da değil tüm dünyada etkin bir ekonomik ve siyasi güç haline gelmesi, buraya çalışmak için gelen ve bu toprakları kendilerine mesken edinen Türklerin çabalarını seyreltir mi ? 

Bugün Almanya’da ülkenin dört bir yanına dağılmış üç milyona yakın Türk yaşıyor. Bunlardan bazıları Almanlarla evlenmişler… Arkalarından gelen ikinci kuşak Türk olma ile Alman olma arasında gidip geliyor, ve muhtemelen yanıtlanması pek de kolay olmayan kimlik sorunları ile uğraşıyor; bazıları ise Türk kimliklerinden fazlaca uzaklaşmadan Alman toplumu ile entegre olmuşlar… Ancak, gelecekleri ile ilgili olarak geliştirdikleri model ne olursa olsun, onlar, siyasi ve toplumsal alanda içinde yaşadıkları ülkeye katkılarını sunmaya devam ediyorlar…

Bir de gurbet ellerde gariban hayatı yaşamaya kendilerini adeta mahkum etmiş olan bir kitle var. Yıllardır Almanya’da yaşamalarına rağmen Almanca bilmeyen, yaşamakta oldukları çevreye yabancı olan ve öylece kalmayı yeğleyen bir grup insan… Tıpkı yıllarca İstanbul’da oturmalarına rağmen denizi görmeyenler gibi, onlar da, içinde bulundukları çevrenin kendilerine sunabileceklerine sırtlarını dönmüşler. Kimi geleneklerine sahip çıkmak ve Türklüklerini yitirmemek, kimi de dinleri için kendilerini sanal gettolar içine kapatıyorlar. Bu tarz, şekli ne olursa olsun, kendilerine zarar verebilecek “yabancı” şeylere karşı geliştirdikleri bir savunma mekanizması, ve bunu anlamak gerek !  Ama, yine de , sanal dahi olsa getto fikri, tarihin eskimeye başlamış sayfalarından hiç te hoş olmayan anıları getiriyor insanın aklına, ve yürekleri burkuyor…

1990’lı yıllarda iki Almanya’nın birleşmesi sürecinde yaşanan ve bugünlere dek uzanan,  toplumsal dokuyu bir nebze yıpratan ekonomik sorunların “yabancı düşmanlığını” tekrar gündeme taşıdığı ifade ediliyor. Özellikle Doğu Almanya kökenli gençler arasında yerleşen ve artarak tehlikeli boyutlara tırmanan ırkçılığın temelinde elbette değişik nedenler var.

Devletin her alana müdahil olduğu, bireylerin hazır şablonlara tabi tutulduğu bir sistemden gelen, dolayısı ile gelecekleri hakkında gerçek anlamda kaygı duymayan kitlelerin kısa zamanda piyasa ekonomisi ile yönetilen bir dünya ile kaynaşmalarının getirdiği sosyal problemler; özgür ifadenin yanlış algılanışı ; girişimciliğe yabancı olunması ; bireyler arasındaki farklılıkların tek potada - ve zaman zaman - zorla eritilen bir ekolden gelinmesi ; içine düşülen sistemden kaynaklanan işsizlik ve geçim sıkıntıları ; çaresizliğin beslediği kıskançlık vs…

Bu listeyi uzatmak, daha bir çok olumsuzluğu gündeme taşımak olası. Ancak bunlardan hiçbiri ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi insanlık suçu kapsamına giren hareketlerin hafifletici nedeni değildir. Yangınlar kundaklama sonucu mu çıktı, yoksa her birinin, art arda, nispet edercesine değişik nedenleri mi vardı ? Bu henüz resmen dillendirilmiş değil.

Almanların, özellikle de doğudan gelen genç kuşakların, kendilerini önceki nesiller tarafından miras bırakılmış tarihlerinden soyutlamak gibi bir eğilimleri var. Seneler önce bu konuda sohbet ettiğim bir Alman tarih öğretmeni, Yahudi Soykırımının eskiden beri Batı Almanya’da çocuklara anlatıldığını, ancak Doğu Almanya’dan gelenlerin bu konuda neredeyse hiçbir şey bilmediklerini ifade etmiş, bunun ileride sorunlara yol açabileceğini söylemişti.

Bu anlamda, demokratik bir hukuk devleti olarak Almanya’nın ve Doğu Almanya’da yetişmiş ve siyasete henüz Almanya’lar ayrı iken atılmış bir bilim kadını olan Başbakan Angela Merkel’in, ırkçılığın toplumda tekrar yükselen bir değer olmaması için, yapacakları birçok şey olsa gerek.