Yalnızlık ya da tek başınalık

Avram VENTURA Köşe Yazısı
16 Nisan 2008 Çarşamba

Geçenlerde yalnızlıkla ilgili yazdıklarımı gözden geçirirken, bir yanılgımın farkına vardım. Yalnızlığı kullanır, onun farklı yüzlerini anlatmaya çalışırken, sözcüğe kimi yerde olumlu, kimi yerde de olumsuz anlamlar yüklemişim. Gerçi benzer bir yaklaşımı bütün yazarlar gösteriyor, sözlükler de öyle açıklıyor. Şair ve yazarlar, mistikler ya da psikologlar... Kimi yalnızlığı bilinçli bir seçim gibi göstererek yüceltiyor, kimi de hastalıklı bir ruh hali olarak ele alıp inceliyor. Bu yüzden, bu sözcüğün yanına, mutlaka açıklayıcı vurgulamalar eklenerek daha kolay anlaşılması sağlanıyor. Sanırım benim yanılgı olarak gördüğüm, tümüyle karşıt iki yaklaşımın aynı sözcükle anlatılıyor olmasıdır.

Bir kez kafama takıldı ya, konuyla ilgili kitapları karıştırmadan edemedim. Edindiğim izlenim şu oldu:

Başta şair ve yazarların etkisiyle, yalnızlık sözcüğünü hem bir duygu hem de bir kavram olarak o denli benimsedik ki, sanki bir başka sözcük bunları açıklamaya yeterli değilmiş gibi geliyor; oysa Osho’nun okuduğum bir yanıtı, beni konu üstünde daha yoğun düşünmeme yöneltti. Ünlü düşünürün yanıtı şöyle:

“Yalnızlık tek başınalığın yanlış anlaşılmış halidir.”

Bu sözler, bir yönüyle de olsa, sanki arayışıma yanıt veriyordu.

Osho, bu sözcüklere de bir açıklama getiriyor. Bu düşünüre göre tek başınalığın kendine özgü bir güzelliği, bir görkemi, olumlu bir durumu vardır; oysa yalnızlık zavallı, karanlık, olumsuz ve iç sıkıntısıdır. Yalnızlık kanayan bir yara gibidir. Herkes ondan kaçmak, toplumun bir parçası olmak, dostlar edinmek, bir aile kurmak ister. Yaşam boyu kurduğumuz ilişkiler, sergilediğimiz davranışlar, kısacası gösterdiğimiz tüm çabalar yalnızlığımızı unutmak içindir.

Bunlara karşın Osho, tek başına doğup, yaşayıp, öldüğümüzü, bunun doğamızda olmasına karşın farkında olmadığımızı söyledikten sonra şunları ekler: Tek başınalık; güzellik, mutluluk, sessizlik, huzur ve var oluşun içinde rahat olmaktır!

Bu açıklamalar doğrultusunda şu sonuca varılabilir:

Tek başınalık, bilinçli bir seçimdir!

Mistiklerin, münzevilerin, kendini geliştirme yolunda sınav verenlerin, başta sanatçılar olmak üzere yaratma sancısı çekenlerin, kendi iç dünyalarında yoğunlaşmaya çalışanların tek başınalığı bu tür bir seçim oluyor.

Bir de işlerimiz, tutkularımız gibi zorunlu ayrılıklardan kaynaklanan yalnızlıklar var. Bunu özlediğimiz insanların dışındakilerle paylaşmaya çalışsak da, ne denli yararlı olduğu tartışılabilir. Nitekim W. Carl Jack Jackson, Atlantik Okyanusu’nu iki aylık bir sürede geçmeyi başardıktan sonra şunları söylemiş:

“Aklımda kalan, birinci aydan sonra duyduğum korkunç ve katlanılmaz yalnızlık duygusu idi. Öğrendiğim en önemli şey ise, hayatın insanlardan uzak olamayacağı ya da bir anlamının olmadığı idi. Gerçek olan, yolculuk boyunca konuşabileceğim, yaşayan ve soluk alan birisine sürekli ihtiyaç duyduğumdur.”

Sözü çok uzatmadan şunu sorabiliriz: Yalnızlık mı, tek başınalık mı?

Sanırım bizi güçlü kılan tek başınalık!