Ölüm ilanları

Avram VENTURA Köşe Yazısı
30 Nisan 2008 Çarşamba

İnsan, belirli bir yaştan sonra, gazetelerin ölüm ilanlarına bakmadan edemiyor. Nedir o belirli yaş diye soracak olursak, kesin bir şey söyleyemeyiz; ancak arkadaşlarımızı, dostlarımızı, aile yakınlarımızı yitirmeye başladığımız zaman diye yanıtlayabiliriz. O zaman ki, aramızdan ayrılan her insan, geçmişle ilgili bir parçamızı yaşantımızdan götürürken, yalnızlığımızı ince bir sızıyla anımsatmaya başlar.

Kendi payıma, yalnızca yayımlanan ölüm ilanlarını okumak için satın aldığım gazete sayısını arttırmıyorum; ancak okuduğum gazetelerin ilanlarına mutlaka bakıyorum. Ölmüş olan birinin duyumsattığı acı kadar, bunu bilememenin kaygısı ve son yolculuğunda bulunamamanın üzüntüsü her zaman ağır basıyor.

Geçenlerde, bir cenaze nedeniyle söz verdiği saatte gelemeyeceğini söyleyen benden yaşlı bir arkadaşımın özrünü unutmuyorum: “Sen geç kaldığım için beni affedebilirsin; ama ölen arkadaşıma, ne şimdi, ne de bir başka gün bildirecek bir özrüm olamayacak! Bu yüzden son yolculuğunda onu yalnız bırakamazdım.”

Şimdi durup dururken, anlatacak daha güzel bir konu kalmadı da şu ölüm ilanlarına nereden takıldın, diye sorabilirsiniz. Haklısınız! Bildiğiniz gibi, çoğu kez okuduğum kimi satırlar beni daha derin düşünmeye yöneltirken, aynı zamanda yazmak için kışkırtıyor. Bugün de böyle oldu:

Isaac Asimov’un anılarını okuyordum. 1972 yılından başlayarak her gün New York Times’ın ölüm ilanlarını izlediğini, bilim dünyasından birinin bu dünyadan göçtüğünü okuyacak olsa, bunu özel olarak tuttuğu not defterine eklediğini yazar. 52 yaşında kayıtsızlıkla başladığı bu iş, zaman içinde korkunç bir takıntıya dönüşmüş. Bu arada Ogden Nash’ın bir sözünü anımsatır: “Yaşlı bir adamın bu dünyadan ne zaman göçtüğünü yine yaşlı adamlar bilir.”

Asimov, yıllar geçtikten sonra, bu sözden daha çok tedirgin olmaya başlamış:

“Sonuçta, yaşlı bir insan onu uzun zamandır tanıyanlar için, ‘yaşlı bir insan’ değil, daha ziyade anılardaki o eski canlı ve neşeli genç insandır. Hayatınızın bir parçası olmuş yaşlı bir insan öldüğünde, sizin de gençliğinizin bir parçası ölmüş olur. Siz hâlâ hayatta olsanız bile, ölümün yavaş yavaş gençlik dünyanızı alıp götürüşünü izlemek zorunda kalırsınız.”

Ölümün bıraktığı büyük boşluğa ve tüm olumsuzluklara karşın Asimov, iyimserliğini korumayı sürdürür:

“Yumuşak sevgi bağları hayata ve ölüme aldırış etmez. Zamana dayanır onlar ve böylece dün duyulan sevgi ‘bugün’ün bir parçası ve ‘yarın’ duyulacak sevgiye inanç da bugünün bir parçası olar. Biri öldüğünde, anısı diğerlerinde yaşar; sıcacıktır ve nefes alıp veriyordur. İkisi de öldüğünde –ne kadar rasyonalist bir insan olsam da inanıyorum ki- bir zamanlar var olduğu gerçeği ile tek başına kâinatı zenginleştirmeye sonsuza kadar devam eder.”

Avunma da olsa, Asimov’un iyimserliğine katılarak, daha olumlu olması için yaşama olan bakış açımızı geliştirebiliriz.