Tam beyinli bir uygarlık için

Pazarları, birçok kişi için tatil gününü ifade etmektedir. İnsanın kendisine, ailesine, dostlarına zaman ayırabildiği; onu nasıl değerlendirdiğinize bağlı olarak uzun veya kısa olabilen bir gündür. Kimisi Pazar’ı bir keyfe dönüştürür, kimisi dolu dolu bir program hazırlayıp yollara koyulur, kimisi ise tatil bile yap(a)maz, çalışır.

Köşe Yazısı
19 Kasım 2008 Çarşamba

David Ojalvo


Pazarları, birçok kişi için tatil gününü ifade etmektedir. İnsanın kendisine, ailesine, dostlarına zaman ayırabildiği; onu nasıl değerlendirdiğinize bağlı olarak uzun veya kısa olabilen bir gündür. Kimisi Pazar’ı bir keyfe dönüştürür, kimisi dolu dolu bir program hazırlayıp yollara koyulur, kimisi ise tatil bile yap(a)maz, çalışır. Bu rollerin hepsini farklı Pazarlarda yaşamamız mümkün. Koşulların zorluğuna rağmen, uzun vadede isteklerini, hayallerini hayata geçirebiliyorsa bir insan, ne mutlu ona...

Sonbaharın ilk yarısını geride bıraktık, artık mevsimin öteki ayağı kışta... Geride bıraktığımız Pazar sabahı, nispeten erken sayılabilecek bir saatte yola koyuldum. Havanın soğumak ve ısınmak arasında bocaladığı, gri ve mavi tonlarının kapladığı bir gökyüzü altında çok yakın bir dostumla Beşiktaş’ta buluşuyoruz. Kadıköy’e geçiyoruz. Vapur tenha sayılır...

İki hafta öncesinden planlamıştık. Kadıköy’de bir otelde, İstanbul Cumhuriyet Okurları’nın (CUMOK) düzenlediği kahvaltılı aydınlanma toplantısına gidiyoruz. Günün konuşmacısı Cumhuriyet’te “Pazar”, “Salı” ve “Perşembe” köşelerinin yazarı, “Bilim Teknoloji Eki”nin yayın yönetmeni Orhan Bursalı. Bilimsel düşüncenin prensiplerini yazılarına hakim kılan, kendime örnek olarak seçtiğim yazarların başında geliyor Orhan Bursalı.

Dostum ve ben, içtenlikle karşılanıyoruz. Gençler olarak, bize duyulan güveni ve bizden beklenenleri görebiliyoruz. Aidiyet duygusunun zedelendiği, kavramların ve değerlerin içinin boşaltılmaya çalışıldığı, insanların kolayca etiketlendiği bir dünyadayız. Pazar sabahı ise, hayallerimizin kırılmaya bir parça daha dayanaklı hale geldiğini söyleyebilirim.

Ülke gündemimiz yoğun, hem de çok yoğun. Yıpranmamak ve zorluklara göğüs germek üzere, güçlü bir kahvaltı ediyoruz. Kahvaltının ardından, son dönemde “Türban kadın sorunu mu, erkek sorunu mu?” adlı kitabını yayımlayan Orhan Bursalı; türban, işkence ve baskı üzerine bir konuşma gerçekleştiriyor. Cumhuriyet Kitapları’ndan yayımlanan eseri kitapçılarda bulabilirsiniz.

Uygarlıktaki ilerlemelere rağmen, işkence ve baskı günümüzde nasıl ayakta durabiliyor? İktidarda olmak, baskı mekanizmalarına sahip olmak mı demektir? Güvenlik söz konusu olunca, uygarlığın değerleri çöpe mi atılıyor? İşkencede görecelilik, yasalarda sınırları çizilmiş bir işkence anlayışı söz konusu olabilir mi?  Orhan Bursalı bizlere bu ve benzeri soruları yöneltti. Bu bağlamda 1950 sonrası ülkemizin yerini ve toplumdaki erkek egemenliği irdeledi. Kadını, erkekten daha aşağı gören bir anlayışı “yarım beyinli uygarlık” olarak nitelendirdi.

Konuşmasında bilimsel yayımlardan örnekler sunan Orhan Bursalı, Princeton Üniversitesi’nden psikoloji profesörü Susan Fiske’nin Irak Savaşı sırasındaki çalışmalarında elde ettiği bulgularını aktardı. Fiske’nin verilerine göre; normal bir insan, sert bir hiyerarşi, emir-komuta mekanizması ve kesin itaat altında en önemli kontrol mekanizmalarını kaybediyor, soysal düzeneği çöküyor ve işkence yapabilir hale geliyor. Bu veriler, kanaatimce II. Dünya Savaşı sırasında Alman toplumunda yaşanan değişimi anlamamıza da ışık tutabilecek değerde. “Ne yapabiliriz?” sorusuna cevabı ise Noam Chomsky’den hareketle, tüm dünyanın ortak sorunlarından biri olan “ezberci eğitim sistemi”nde arayabileceğimizi dile getirdi Orhan Bursalı.

Geride bıraktığımız Pazar, birçok çağrışım yarattı.

Düşünmeyi teşvik edecek etkinliklere kapı açmak, ülkemizde, dünyamızda olup bitenlere kayıtsız kalmamak gerekli.

Aklın ve bilmenin sınırı yok! Bilim, sürekli ışık saçıyorsa eğer, kaynağı bu cümlede; ama ne yazık ki insanlığı sınırlamaya çalışan niyetler çok. Birçok karanlık var.

Pazar günkü sohbete, “umut” hakimdi.

Gelecek Pazar nasıl olacak? Yarın nasıl olacak? Umudu pekiştirebilecek, onu hayata geçirebilecek miyiz? Yanıtlar biraz da, umut için ne kadar samimi olduğumuza bağlı.