Gazze trajedisi

Bugün Gazze’de olanlar bir trajedidir. 1994’te Gazze’de bulunduğum gün Filistinli’nin gözünde umut vardı. Bugün gelinen nokta ise herkesin ayıbıdır. Kimse masum değil bu dünyada. Ateşkese acilen ihtiyaç var.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
7 Ocak 2009 Çarşamba

Gazze’de olanlar gerçek bir trajedidir.

Gazze’de gerçekleşenler, insan olarak umutlarımızın tükenişinin resmidir.

Gazze’de olanlar, yöneticileri ile onların, saldırıya davetiye çıkardıkları ‘düşmanları’ arasında kalmış bir halkın acı fotoğrafıdır.

***

14 sene öncesine gidiyor belleğim. 1994’ün yağmurlu bir Kasım gününde Gazze’de geçirdiğim ve ömrüm boyunca unutamayacağım karelerle hafızama yerleşen tüm bir günün anılarıylayım sürekli olarak.

Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in İsrail ve Gazze’ye yaptığı tarihi ziyaretinde ben de oradaydım. Bu tarihten tam bir yıl önce İsrail’in Başbakanı Yitzhak Rabin ile Filistin Lideri Yaser Arafat, Bill Clinton’un arabuluculuğu ile meşhur barış anlaşmasını imzalamış ve bu ziyaretten tam bir ay önce de Rabin ve Arafat, Nobel Barış Ödülü’nü paylaşmışlardı.

O Kasım günü hava yağmurluydu ama hem İsraillilerde hem de Filistinlilerde umut vardı. Filistin halkı o kadar zorlu dönemlerden sonra insanca yaşayacağı bir devleti kurmalarının startını vermişlerdi. İşte öyle bir atmosferde yapılan gezinin tanığı olmak, kendi adıma hayatta yaşayabileceğim en anlamlı, en iç ferahlatıcı tecrübelerin başında geliyordu. 

Sabahtan Gazze’ye Erez Noktası’ndan girmek için Filistin otobüsüne binip şehrin merkezine doğru yol alırken o televizyonlarda izlediğimiz görüntülerin gerçeğiyle karşılaşmak olumlu havayı biraz bozmuyor değildi. Zira modern bir devletin bir-iki kilometre sonrası ise çok yoksul bir bölgeyi gösteriyordu. Çoğunun ayakları çıplak, onlarca çocuğun sokaklarda, caddelerdeki hali yoksulluğun ne derece koyu olduğunu gösteriyordu camın ötesindeki bizlere. “Arafat’ın işi çok zor” dediğimi hatırlıyorum yanımdaki gazeteciye. Lakin olumlu ve barış havalı yeni bir sürecin başlamış olması zorlukların yenilebileceği fikrini hakim kılmıştı hepimizde nedense. İsrail sınırından çıktıktan bir saat sonra Yaser Arafat’ın karargâhının bulunduğu Gazze’nin sahil merkezine ulaşmıştık sağanak yağmur altında.

Liderler görüşme yaparken o, Tel-Aviv’in sahilinden farklı olmayan Gazze kıyısındaki bir balıkçıda hayatımdaki en lezzetli balığı yediğimi hatırlıyorum. Başka bir şey daha anımsıyorum. Balığı bize sunan lokantanın çalışanına  –sanırım adı Cemal’di- teşekkür edince fena olmayan İngilizcesiyle “bayım bir devlet kursak dünya görecek neleri başaracağımızı” demişti geleceğinden umutlu gözlerle. “Merak etme yakında o da olacak, havada yağmur var ama bu bölgede yarın güneş açacak” şeklinde cevap verdiğimde, “inşallah” deyip evlenip, çoluk çocuk sahibi olup, kendi adına balık lokantası açma planından da bahsetmişti...

Cemal’in sonra ne yaptığını bilmiyorum maalesef ama onun umutlarının gerçekleşmesi için kimsenin hiçbir şey yapmadığını da biliyorum.

Barışı imzalayan Rabin’i, tam bir sene sonra Kasım 95’te barışa düşman bir İsrailli öldürdü. Arafat ise eski alışkanlıklarını bozma ihtiyacı hissetmeden ne kalıcı barış için uğraştı, ne de Cemal’in rüyasındaki devleti kurma yolunda adım attı. Aynı Arafat, 2000’in sonunda devletini kurmaya ramak kalmışken hala bilinmeyen bir nedenle vazgeçti nihai imzadan.

O gün kabul etse, bugün bölge nasıl olurdu; düşünen var mı acaba?

Filistin’de sesleri hiç çıkmayan, sadece insanca yaşamak isteyen Cemaller kaybetti ama hem onların ülkesinde hem de İsrail’de barışı istemeyenler kazandı.

***

Gazze halkı bugün çok zor durumda. İsrail’in kendi vatandaşlarının yaşam hakkı ve güvenliğini sağlamak istemesi ne kadar doğruysa, Gazze’de çoluk çocuk sivilleri öldürmesinin de büyük bir felâket olduğu da o kadar doğru ve gerçek.

1994’ten 2009’a geçen bir sürecin bugün gelinen noktası tüm dünya adına hüzün vericidir.

Ateşkese acilen ihtiyaç var.