Holokost’a tarihsel bakış

Holokost sırasında Almanlar 6 milyon Yahudi’nin hayatını söndürdüler. Eğer savaş onların aleyhine gelişmemiş ve yenilmemiş olsalardı, bu sayının artması işten bile değildi. Yahudi düşmanlığı, bu anlamda, Nazi rejiminin belirleyici bir politikasıydı. Yalnız Yirminci yüzyılın değil, tüm insanlık tarihinin en trajik olayı olarak kabul edilen Holokost, aslında Alman tarihi içinde de anlaşılması son derece güç bir dönemi işaret eder.

Marsel RUSSO Holokost
12 Eylül 2008 Cuma

Yahudilerin aşağılanması, toplumsal her tür haktan mahrum edilmeleri, evlerinden koparılıp insanlık dışı ortamlarda yaşamaya zorlanmaları, işkencelere maruz kalmaları ve nihayetinde endüstriyel şekilde katledilmeleri… Bu dehşet verici süreci Alman halkının nasıl kabul ettiği, Nazi ideolojisinin bu akıl almaz politikasını nasıl satın aldığı, "uygar"  olan ve kültürel hayata değerli katkılarda bulunan bir toplumun nasıl böyle bir sapma gösterdiği, irdelenmesi gereken bir konudur.

Nazi Almanya’sını anlamanın entelektüel merkezinde Holokost’u anlamak yatar. Elbette ki savaş esnasında gündeme gelen birçok sorun olmuştur. Ancak Holokost’un ifade ettikleri ile karşılaştırıldıklarında, bu sorunların ikinci plana düştükleri görülür.

Nazilerin nasıl iktidara geldiklerini, sosyal demokratları nasıl alt ettiklerini, çökmüş Alman ekonomisini nasıl canlandırdıklarını, devleti nasıl yeniden yapılandırdıklarını, savaşı nasıl planladıklarını, Avusturya ve daha sonra Çekoslovakya’yı ilhak ederken ne gibi beklentiler içinde olduklarını anlamak, yüzeysel olmasa da, incelemelerden sonra mümkün olur.

Ancak, Holokost’u ve Yahudi nefretinin boyutunu anlamak ve Son Çözüme giden yoldaki gelişmeleri algılamak, normal bir insan için pek de kolay değildir : Bu bol parametresi olan bir denklemdir…

Denklemin parametreleri arasında, Alman halkı ve savaş esnasındaki işbirlikçileri, Nazi ideolojisi, Avrupa’daki gelişmeleri algılamakta yetersiz kalmış dünya liderleri vardır. Denklemin değişmezi ise Adolf Hitler’in kendisidir. Ancak, o dönemlerde olup biteni yalnız Hitler’e yüklemek, o günleri kendisi ile paylaşanların sorumluluklarını yok saymak demek olur.

I. DÜNYA SAVAŞI VE ETKİLERİ

1845’lerden itibaren tüm Avrupa’yı sarsan ayaklanmalar Almanya’da da kendisini gösterdi.

Bu ayaklanmalar Prusya’nın Alman Birliğini Bismarck’ın demir yumruğu ile oluşturmasına dek sürdü, ve 1871 yılında, Prusya Kralı I. Wilhelm Alman İmparatoru ilan edildi. O tarihe dek feodal prenslikler şeklinde parçalı bir yapı gösteren Almanya, tüm diğer Avrupa ülkelerinin ardında kalmış, değişen dünya düzeni içinde kendisine bir türlü yer edinememişti.

Kraliçe Victoria Büyük Britanya’sı, Napoleon Fransa’sı, Çarlık Rusya’sı bir yana,  denizaşırı birçok sömürgeye sahip Portekiz, İspanya ve Hollanda kadar bile olamamıştı.

Şimdi, zorla da olsa Prusya ile birleşmiş ve Avrupa’nın en büyük devleti doğmuştu. Reischtag’ın ( İmparatorluk Meclisi ) kurulması ile demokratik bir de maske takınılmıştı, ancak gerçekte, Alman İmparatorluğu Prusya’nın egemen olduğu askeri bir otokrasi olarak kalacaktı.

İngiltere’den yayılmaya başlayan endüstri devrimi, tüm batı Avrupa’da olduğu gibi Almanya’da da sosyalizmin tırmanışa geçmesine ve işçi sınıfının oluşmasına neden olur. Bismarck’ın tüm baskılarına rağmen, sosyalistler serpilmişler ve 1912’ye gelindiğinde Reischtag’ta temsil edilen en büyük siyasi grup olmuşlardır. Onları gölgede bırakmak adına İmparator II.Wilhelm döneminde devlet desteğinde sosyal reformlar yapılır. Bu durum, işçi sınıfı üzerinde olumlu etkiler bırakır. Devlet işçi el ele mantığı daha sonraki yıllarda Hitler’in milliyetçi – sosyalist çizgisinin ilham kaynağı olacaktır.

Sosyal anlamdaki atağın neticesi olarak, Almanya XX. yüzyılın başlarında Büyük Britanya ekonomisini zorlayan ve hatta zaman zaman geçen bir büyüklüğe ulaşır, Alman sermayesi hızla güçlenir, yapılanır ve yayılmaya başlar : Hedef doğudur… Almanya tarihinde ilk kez sömürgelerin ve dolayısı ile "dünya nimetlerinin" paylaşılmasına katılmaktadır. Paylaşımı kolaylaştırmak ve kamuoyu desteğini çoğaltmak için kurulan "Alman Irkı Birliği" nin hedefleri de adeta olacakları daha yüzyılın başlarında ilan etmektedir : "Fransız, İngiliz, Belçika ve Portekiz sömürgelerinin, Fransa’nın Alman sınırında bulunan zengin demir bölgelerinin fethi ; Belçika, Hollanda, İskandinav ülkeleri ile Osmanlı İmparatorluğu’nun, hatta müttefik Avusturya – Macaristan İmparatorluğunun topraklarının ilhakı…"

Bu anlamda, Almanya’nın yayılma politikasındaki ilk kurbanın Osmanlı İmparatorluğu olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz. II. Wilhelm’in Padişah II. Abdülhamit’e önerdiği Berlin – Bağdat demiryolu projesinden başlayıp, I. Dünya Savaşı’na kadar sürüp giden olaylar, İstanbul hükümetinin Almanya’nın oyunu ile savaşa girme zorunda bırakılması, savaşın sonunda tarih sahnesinden kayıp gitmesi bunu kanıtlar.

Savaş Almanya ve Almanlar için güçlerini dünyaya ilan etmek açısından iyi bir fırsattır. Prusya’nın askeri gelenekleri, milliyetçi yazarların etkisi ile savaşa bilenmiş geniş bir orta sınıf, savaş sonrası kazanımlara aç bir halk… Entelektüel Alman sınıfı dahi savaşın, İngiltere ile girilen güç yarışında önemli bir araç olacağını söylüyor, savaş felsefesi herkesin beynine olumlu yönleriyle yerleşiyordu.

"Almanya’da Yahudi olmayı

istemezdim…"

Hermann Göring

12 Kasım 1938 –

Kristal Geceden hemen sonra…

NAZİ İKTİDARINA DOĞRU

Ancak 1918 yılında alınan ağır yenilgi ve bunun sonucu Almanya’nın imzalamak zorunda kaldığı Versailles Anlaşması’nın şartları, Alman halkının beklentilerine ağır bir darbe indirir. Oysa, Paris’e yalnızca  40 kilometre kalmış, İngilizlerin Beşinci Ordusu neredeyse tamamen imha edilmiş, 90.000 esir alınmıştı. Ancak Alman Ordusu tükenmişti. Değişik cephelerde arda arda alınan yenilgiler, beklenmeyen sonu çabuk getirmişti.

Savaşın kazanılacağı fikrinin yaygın olduğu Alman toplumunda, yenilginin yarattığı sosyal ve siyasi düzensizlikler, Nazileri iktidara taşıyan basamakları oluşturur.

Savaş esnasında siyasetin dizginlerini elinde tutan ordunun yenilgiden dolayı suçlanmaması için, sosyal demokrat bir hükümetin kurulmasına önayak olması, ve kurulan hükümetin 1919 barış anlaşmasını imzalaması ;  buna tepki olarak "İşçi – Asker Konseyleri" oluşturulması, ülke genelinde grevlerin yayılması ; bunun üzerine İmparator II.Wilhelm’in Hollanda’ya kaçması ve burada tutuklanması…  Alman monarşisi batmıştır…

İmparatorluğun çöküşü siyasi hayatı olumsuz etkiler. 1917 Bolşevik Devriminden esinlenerek Almanya’nın çeşitli kentlerinde oluşturulan Sovyetler, kurulan sosyal demokrat hükümete en büyük sorunu çıkartacaktır... Nitekim,  İşçi – Asker konseylerinin de desteklediği Spartakist Ayaklanması 1919 Ocak’ında patlak verir. Sosyal demokrat hükümet çareyi işsiz askerlerden ve sağ görüşlü gençlerden kurulu "Freikorps" larda bulur. Sokak sokak yayılan çatışmalar sonucu, isyan bastırılır, ancak ok yaydan çıkmıştır. Alman siyaset sahnesi bundan sonra bir türlü dengeye oturamayacak,  yapılan genel seçimler sonucu iktidarı paylaşan koalisyon hükümeti dizginleri gitgide Freikorps’ların eline bırakacaktır. 1929 yılında patlayan dünya ekonomik krizi de bu olumsuzluklara eklenecektir. İşsizlik ve enflasyon dayanılmaz hale gelecektir.

YAHUDİ DÜŞMANLIĞI

Alman halkı, tarihinin en karanlık dönemini yaşamaktadır. Oysa, çok değil on beş sene kadar önce, İmparator II. Wilhelm ulusuna altın bir çağ vaad etmiştir. Ancak bu vaadlerden geriye ezilmişlik, sefalet, umutsuzluk kalmıştır.  Bu durum ülkede aşırı sağın zemin kazanmaya başlamasına neden olacak ve Adolf Hitler’e hiç beklemediği bir anda iktidarın anahtarını verecektir…

Bütün bu olayların paralelinde Almanya’da artan Yahudi düşmanlığını irdelemek gerekir.

Almanlar Hitler’den dolayı mı Yahudi düşmanı oldular? Yoksa Hitler, gündelik yaşantısında halkın genel eğiliminden etkilenerek mi böylesi fikirlere sahip oldu? 

"Sarışın mısınız ? O zaman siz kültür yaratıcısı ve koruyucususunuz…

Sarışın mısınız ? O zaman tehlikedesiniz."

Nazi ideolojisinin şekillenmesinden çok önceleri, 1907 yılında yayınlanan çeşitli dergilerde verilen böylesi ırkçı mesajlar ve

"Hayvanlaşmış insanların kökünün kurutulması, yüce bir ırkın, yeni bir insan soyunun yetiştirilmesi"

arayışları, Alman toplumunun istikametini veriyordu. Savaşta elde edilen umulmadık yenilgi, ve 1917 Bolşevik Devrimi’nin Rusya dışına ihraç ettiği yeni dünya görüşüne olan tepkiler, Alman toplumunu giderek farklılaştırıyordu. "Almanya her şeyin üzerindedir" fikri ile yoğrulmaya başlayan sahipsiz bir nesil içinde düşünsel olarak serpilen Adolf Hitler, açılımını "Kavgam" ile açık açık ortaya koyuyordu:

"Bu mesele üzerinde düşünmeye ve ilk kez Yahudiler dikkatimi çekmeye başladığında, Viyana bana bambaşka görünmeye başladı. Nereye gitsem Yahudi görüyordum. Ne kadar çok Yahudi görsem de bunlar gözümde öteki insanlardan öylesine ayrılıyordu. Yahudilerin karışmadıkları tek pislik yoktu…. Yavaş yavaş onlardan nefret etmeye başladım…"

Hitler’i çokça etkileyen isimler arasındaki Georg Ritter Schönerer aşırı milliyetçi uçlarda fikirleri olan bir insandı. Daha yüzyılın başlarında, 1914 Savaşı’ndan önce bile, Almanya’nın geleceği ile ilgili fikirleri çok netti. Onun için Alman ırkının Yahudiler’den, Katolik kilisesinin baskısından, Slavlar’dan, sosyalistlerden, komünistlerden kurtulması gerekiyordu.

Bu çerçevede, Yahudilerin mutlaka toplumdan soyutlanmaları şarttı, ve bunun için bir dizi yasaya gereksinim vardı.

"Sevginin zıttı nefret değil, tepkisizliktir."

Elie WIESEL

Savaş sonrası bu fikirlere alıcı bulmak çok daha kolay olmuştu. Almanya yenilmişti… Her şey bir anda bitmişti. Suçlu gerekiyordu, ve bulunmuştu : Yahudiler…

Adolf Hitler ve Nasyonal Sosyalist hareket, zaten Alman kamuoyunda var olan Yahudi düşmanlığını, halkı kendilerine bağlamak, onları "ulvi" idealler etrafında kenetlemek, tekrardan Büyük Almanya’yı yaratmak için, son derece başarılı şekilde kullandı. Önceleri yalnızca fikirsel alanda var olan bu düşmanlık, gitgide bir saplantı haline geldi.

 

İKTİDARDAKİ HİTLER VE YAHUDİLER

Cumhurbaşkanı Hindenburg 1933 yılı başında, Nasyonal Sosyalist parti başkanı Adolf Hitler’i Weimar Cumhuriyeti’nin başbakanı olarak atarken, çok da alternatifi yoktu. Siyaset kendini tamamen tüketmiş, meydan, ağzı sıkı laf yapan bu Avusturyalı onbaşıya kalmıştı.

Hitler’in iktidara ilk geldiğinde yaptığı, önce parti için muhalefeti söndürmek oldu. Daha sonra da ustaca tezgahladığı Reischtag Yangını’nı neden göstererek, hem kendisine en sıkı muhalefeti yapan sosyal demokratları ve komünistleri tasfiye etti, hem de meclisi kapattı.

Artık siyasi kontrol elindeydi ve bin yıl sürecek Nazi İmparatorluğu’nun yelken açmaması için hiçbir neden yoktu : III. Reich kurulmuştu.

Hitler’in ihtirasları vardır : Avusturya ile Almanya arasındaki küçük bir kasabada doğan biri olarak, Almanca konuşan iki ülkenin neden birleşmediğini bir türlü kabullenememiştir. Bu anlamda, iktidara gelişinden sonra, dünyaya ilk meydan okuması, Avusturya’yı ilhak etmesidir. Aynı şekilde, Çekoslovakya’nın Südet bölgesinde yaşayan Almanlar vardır. Onları anavatana bağlamak Büyük Almanya’yı kurmak yolunda önemli bir adımdır, ve bu yapılır.

Almanya’da çok az kişi yapılanları sorgulamaktadır. Kamuoyunun ezici çoğunluğu, Alman ulusal gururunu yeniden yücelten bu adamın arkasında durmakta, hatta Avrupa’nın ortasında gerçekleştirilen oldu bittiler genelin hoşuna gitmektedir. Marşlar, geniş caddelerde yapılan geçit törenleri, Hitler’in kendinden geçtiği açık hava toplantıları, Hitler Gençliği ve Alman olması ile övünen bir halk : Artık yola çıkılmıştır…

Yahudiler Hitler’in iktidara gelmesini genel anlamda ihtiyatla karşılamışlar, ekonomi programında öngördüğü yenilikleri, özellikle 1929 krizi sonrasında, destekler bile olmuşlardır. Oysa, Nazi Devrimi’nde, Alman sosyal yaşantısına katkıları ne olursa olsun, Yahudilerin yeri olmayacaktır.

Olaylar ilk önce, açık hava toplantılarındaki genel, sokaklardaki özel sözlü tacizlerle başlar. Senelerdir birlikte aynı sokakları, aynı kentleri paylaşan Almanlar komşularına, Yahudi olduklarından dolayı sırt çevirmeye başlamışlardır. Artık Yahudi düşmanlığı belirleyici bir moda olmuş, buna uymayanlar toplumdan dışlanır hale gelmiştir.

İkinci aşamada sıra fiziksel tacizlere gelir. Amaç Yahudileri sosyal anlamda tecrit etmektir. Kendilerini aşağılanmış hissetmelerini sağlamaktır. Daha sonra ise kovulmalar başlar. Birçok Yahudi, kah Nazi rejimi tarafından sınır dışı edildiği için, kah geleceği karanlık gördüğü için, Almanya’yı terk eder.

1935 yılında Nüremberg Yasaları’nın yayınlanması ile Yahudi düşmanlığı ilk kez kanuni bir çerçeveye oturtulur. 1936 yılındaki Berlin Olimpiyatları bu ırkçı yasaların gölgesinde yapılır.

Hitler bir yanda tüm dünyaya Alman gücünü gösterme fırsatı bulmakta, Almanlara öz güvenlerini geri vermek için hiçbir fırsatı kaçırmamakta, öte yanda gelecekte yapacaklarının ip uçlarını vermektedir.

 

"Sessiz ve tepkisiz kalmak, tüm günahların en büyüğüdür."

Elie WIESEL

KRISTALLNACHT: ARTIK HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK

 

9 Kasım 1938 gecesi başlayan sokak olayları sonucu, Almanya genelinde tüm Yahudi hedeflerine sistemli saldırılarda bulunulur. Sinagoglar ateşe verilir,Yahudi iş yerleri talan edilir, insanlar öldürülür. Tarihe "Kristallnacht – Kristal Gece" olarak geçen devlet destekli bu pogromun sonunda, birçok Yahudi ilk kez evlerinden alınır ve toplama kamplarına gönderilir. İlk önceleri çalışma kampı şeklinde oluşturulacak bu birimler, daha sonraları, birer ölüm kampına dönüşecektir.

… Ve Yahudi halkı çok geçmeden getto kavramı ile tanışır. İlk önceleri, ayak altında dolaşmasınlar diye, kentlerin belli noktalarında yaşamaya zorlanırlar, daha sonra Ari ırkı ile temaslarının en aza indirgemek için, yaşadıkları mahallelerin etrafı yüksek duvarlarla çevrilir.

Bireysel olarak Alman toplumu içinde çok önceden beri yabancılaştırılmış Yahudiler, şimdi de, tek başlarına yaşamaya mahkum edilerek toplumsal anlamda da dışlanırlar. Almanlar, işgal ettikleri her yerde gettolar oluştururlar… Amaç, Yahudilerin Alman yaşam alanından sökülüp atılmasıdır.

Yaşam alanı kavramı Nazi ideolojisinin temel taşlarından biridir. Savaş, Avrupa’nın değişik bölgelerinde, örneğin Danzig koridorunda, veya Çekoslovakya’nın Südet bölgesinde, ve tabii ki Avusturya’da yaşayan ve Almanca konuşan toplumların birleştirilmesi, ve Ari olmayan ırkın Alman yaşam alanından sökülüp atılması için yapılmıştır.

Bu çerçevede, Çingeneler, sosyalist ve komünistler, eşcinseller, sakat veya zihinsel engelliler de tıpkı Yahudiler gibi ortadan kaldırılmışlardır. Ismarlama, tek düzen bir Alman toplumu yaratmak için… Führer’ini sorgulamayan, onun yarattığı propaganda temelli dünyayı benimseyen ve bu uğurda canavarlaşmayı dahi red etmeyen bir toplum yaratmak için.

Bu anlamda Ocak 1942’de toplanan Wansee Konferansı, Yahudi katliamını hukuki hale getirir, bunu bürokratik temellere oturtur ve  Hitler’in adlandırdığı şekli ile Yahudi Sorunu’na çözüm bulur. Alman ulusunun "yaşam alanı" Yahudilerden temizlenecektir. Bunun için, yaşamaya zorlandıkları gettolardan toplanacaklar, ve kitlesel şekilde imha edileceklerdir.

Dönemin en gelişmiş ulaşım ağının lojistik desteği, teknoloji ile bütünleşmiş gaz odaları, bu insanlık suçunu ortadan kaldırmak için tasarlanmış krematoryumlar, ve ancak çılgınlığın üst seviyelerine ulaşmış insanların kararlılığı ile yürütülen soykırım son dönemece girmiştir artık…

YAKARIŞ

“Avraham’ın,

Yitshak’ın,

Yaakov’un Tanrısı…

Onların oğullarını

unutma…

Tüm hafızaların kaynağı olan Sen,

Unutmanın terk etmek

olduğunu,

Unutmanın reddetmek

olduğunu biliyorsun.

Beni terk etme !

Seni reddetmediğime göre beni terk etme…

Auschwitz’in Tanrısı,

Auschwitz’i hatırlamam

gerektiğini anla…

 

Treblinka’nın Tanrısı,

Bu adın her tekrarının

beni titretmesini sağla…

Belzec’in Tanrısı,

Belzec kurbanları için

ağlamama izin ver.

Sen ki acımızı paylaşırsın,

Sen ki beklentilerimize

katılırsın...

Seni kalplerine ve

yuvalarına çağıranlardan uzaklaştırma beni.

Sen ki insanların geleceğini öngörürsün,

Geçmişimden kopmamam için bana yardım et.”