“Türkiye Sinagogları” albüm/kitabı, zengin görsel - yazılı içeriğiyle, yüzyıllardır bu coğrafyada yaşayan Türk Musevi Cemaati’nin tarihi ve kültür zenginliklerini belgeleyen bir eser. Yarınlara miras bu kitap, şimdiden insanda “bir zamanlar Türkiye’deki Musevi Cemaati….” duygusu uyandırıyor.
Fotoğraf: Aydın EREL
İstipol Salma Tomruk veya Tekfur Sarayı Sinagoglarını hiç duydunuz mu? Çorlu’daki sinagogun artk camii olarak hizmet verdiğini biliyor muydunuz ya da Kilis Sinagogu’ndan geriye harabeden başka bir şey kalmadığını? Hepsini bu kitaptan öğrendim. Bu bağlamda kitabın iki kahramanı İzzet Keribar ve Naim Güleryüz ile bir sohbet gerçekleştirdik.
İzzet Keribar’ın objektifinden...
Projeniz nasıl gerçekleşti?
Projeye geçmeden önce diyebilirim ki, bu kitabın hayata geçmesiyle yaşamımın en mutlu günlerini yaşıyorum. Hem ülkemiz hem cemaatimiz için ,doğru veya yanlış, bir eser kazandırdığımız inancı içindeyim ve bu inanç beni çok mutlu ediyor. Bir kaç gün sonra bu kitabın bir fotoğraf sergisi eşliğinde tanıtımı gerçekleşecek. Ümit ediyorum ki, bu işte emeği olan herkes, ki bu oldukça uzun bir liste oluşturuyor, ve sponsorlar aynı duygular içindedir. Hepsine teşekkür ediyorum. Başta projenin fikir babası Cemaat Başkanı Silvyo Ovadya’ya, desteğini esirgemeyen Hahambaşılığa ve en çok da yardımlarını unutamayacağım sinagog gabaylarına, cemaatlerin başkanlarına. Fotoğraflar başarılı olmuşsa bu insanların da büyük payı var.
Bu iş bir heyecan, bir süreçtir; ya severek yaparsınız ya da angaraya gibi. Ben birinci gruba ait olduğumdan bir sinagoga girdiğimde her seferinde ayrı bir heyecan duydum, sanki imtahana girecekmiş gibi kendimi, “acaba en iyi ışık nerede, en iyi açıyı nasıl keşfedebilirim, sabah ya da öğleden sonra gelsem daha iyi bir sonuç alabilir miyim?”sorularını düşünür buldum. Bu proje için başka işlerimi bir kenara bıraktığım zamanlar oldu. Bir sinagoga bir kez mi gidilir sanıyorsunuz? Her sinagoga defalarca gittik. Sadece boş hallerinde değil, yahidler içinde dua ederken de çektik. Proje süreci içinde yanan, yıkılan ya da yenilenen sinagoglar oldu. Buraları tekrar görüntülemek durumunda kaldık. Ayrıca daha önce Ersin Alok ve Mili Mitrani tarafından gerçekleştirilen kitaptan farklı olmasını istedim. Bu farkı da, fotoğrafçının gözü ve fotoğraf dili dışında, sinagogları, içinde dua eden insanlarla birlikte çekerek yarattım.
Projeyi hedeflenen süre içinde tamamlayabildiniz mi?
Başta projeyi bir sene içinde bitireceğimizi düşünmüştük ama öyle olmayacağı fotoğrafların seçimini yaptıktan sonra belli oldu. Çekimleri tamamladıktan sonra. fotoğraf seçimini Naim Güleryüz, Gila Erbeş, Moris Levi, Rubi Asa ve ben dört beş kez toplanarak gerçekleştirdik. Ardından kitabı grafik düzenlemesini yapacak olan Teo Tanıtım’a teslim ettik. Ancak şirket o ara çok dolu olduğundan işi altı ay kadar bekletti. Daha sonra ise kitabın boyutu, fotoğrafların çözünürlülüğü gibi teknik sorunlar çıktı. Arada geçen zaman içinde fotoğraf makineleri çok daha geliştiği, dolayısıyla daha iyi çekimler gerçekleştirebileceğimi düşündüğümden, İstanbul, Trakya ve Anadolu’da, bazı sinagogları tekrar çektim. Metinlere gelince; bildiğiniz gibi bu kitap iki ayrı dilde, Türkçe ve İngilizce basıldı. İngilizce çeviriyi ağabeyim, profesyonel tercüman Leon Keribar yaptı. Daha sonra bu çeviri ana dili İngilizce olan biri tarafından tekrar gözden geçirildi. Metinde kullanılan terminoloji de bizi oldukça uğraştırdı. Bütün bunlar doğal olarak çok zaman aldı, böylece 2004 Ekim’inde başladığımız projenin tamamlanması dört yılı buldu.
Trakya ve Anadolu’da bir çok sinagog gördünüz, bunlar ait oldukları dönemin mimari özelliklerini taşıyorlar mı?
Taşıyorlar tabii. Mesela İzmir’deki sinagoların çoğu 19. yy’ın sonu ile 20.yy’ın başlarında yapılmış. O zaman yapı malzemesi olarak ahşap vardı. Dolayısıyla sinagogların dışı taştan içleri, mesela duvar süslemeleri ahşaptan. Kendilerine göre bir mimari düzenleri var. Teva’nın yeri bazen ortada bazen uçta. Mesela Bursa’daki sinagogların oturma yerleri ters taraftan ortada yani orada konuşan bir haham varsa oturanların sırtı ona dönük oturuyor. Ahrida’da ortadaki teva bir gemiye benzetilmek istenmiş. Yanbol, Ankara Sinagogu ve daha bir çok sinagogda teva ortada.
İzmir’deki sinagoglar İstanbul’dakilere nazaran daha özgünler, benim için adeta küçük müzelerdir onlar. Bazıları artık bozulmaya yüz tutu ama ne yazık ki, bu gün çeşitli nedenlerden dolayı sinagoglarımız başarılı bir şekilde restore edilemiyorlar, yapılan restorasyonlar içime sinmiyor doğrusu. Ne yazık ki, çoğu Rum olan eski ustalar artık yok. Mesela Haydarpaşa Sinagogu’nu İranlı ustalar restore etmiş. En güzel sinagoglarımızın biri Edirne Sinagogu’dur. Edirne’de çok arkadaşım var, bu vesileyle de sinagogu 1990’lı yıllardan beri bir çok kez ziyaret ettim. Yavaş yavaş yıkıldığını gördükçe, her gittiğimde fotoğraflarını çektim. Bir keresinde, orada bulunmamdan bir hafta sonra tavan tamamen çoktü. Oranın en güzel yeri tavanıydı. Bağdadi denilen tarzda yapılmış, üzeri çiçek ve yıldız figürleriyle süslenmişti. Yanbol’ü de beğenirim, fotoğraflar için defalarca gittik. Orada bulunan Korin Hanım bana çok yardımcı oldu. Sergi vesileyle güzel bir haber vereyim: Vakıflar Genel Kurulu verdiğimiz projeyi (Cemaat’in) kabul etti; yakında Edirne Sinagogu tamir edilmeye başlanacak. Hatta Kurul benden yıkılmadan önce çektiğim fotoğrafları istedi.
Biraz da sergiden söz edelim…
Pazar günkü -19 Ekim- sergi için çok iyi hazırlandık. Bütün fotoğrafların altında Türkçe ve İngilizce olarak bilgilendirici renkli etiketler olacak. Sergi dört gün boyunca açık kalacak ve Aralık ayında Tel - Aviv’deki Diaspora Müzesi’nin daveti üzerine İsrail’e gidecek. Hahambaşımız, ben ve eşim de davetliyiz. Bu sergi için İngilizce çok güzel bir afiş hazırladık. Bundan ayrı olarak 23 Ekim’de CRR Sergi Salonu’nda Venedik Karnavalı’nı konu alan kişisel bir fotoğraf sergisi açıyorum. Ben fotoğraf sanatı ile ilgili birikimlerimi gençlere aktarmaktan mutlu olan biriyim. Bunu da röportajlar, kurslar ve özel derslerle gerçekleştiriyorum. Yıllarca kurslarda ders vererek fotoğrafçılığın Türkiye’deki gelişmesine katkıda bulunanlardan biri olarak kendi tarzımı yarattığıma inanıyorum. Mimari fotoğraflara olan yakınlığım ve mimari bakış açım dolayısıyla bu proje içinde bulunmamın yapılan iş açısından doğru bir seçim olduğunu düşünüyorum. Bu işe başlarken metinlerin Naim Güleryüz tarafından yazılmasını istemiştim ve öyle oldu. Naim ile çalışmış olmaktan son derece hoşnutum.
Naim Güleryüz’ün kaleminden...
Bu projeye nasıl dahil oldunuz ?
1990 yılında yayımlanan “İstanbul Sinagogları” kitabımın, Trakya ve Anadolu sinagogları ile bazı ören yerlerini ve önemli yapıtları da içerecek şekilde revize çalışmalarımı sürdürdüğüm bir dönemde, Gözlem Gazetecilik İdari İşler Koordinatörü Moris Levi’nin, değerli fotoğraf sanatçımız İzzet Keribar’ın sinagog fotoğraflarına metin yazma önerisi benim için çok tatlı bir tesadüf oldu… ve tereddütsüz kabul ettim.
Beraber çalışmanın zorlukları oldu mu?
Küçüklüğümüzden beri tanıştığımız ve zaman zaman beraber bazı çalışmalarımızın olduğu İzzet ile ahenkli ve anlamlı bir işbirliğimiz oldu. Hazırlanacak kitabın ana planı konusunda mutabakata vardıktan sonra her ikimiz kendi kulvarlarımızda serbest çalıştık. İzzet’in gerçekleştirdiği çekimlerden hareketle ilgili metinleri ekledim.
Bu eserin özellikle bir fotoğraf albümü olduğunun bilincinde ve dikkati başka yere çekip fotoğrafların görkemini dağıtmamaya çalışarak; metinleri özetlemeye, ancak yine de bahsi geçen sinagoglar ve mekânları hakkında okuyucuya yeterli fikir verecek seviyede tutmaya çalıştım.
Sizi en çok etkileyen sinagog veya sinagoglar hangileridir?
Eser kapsamındaki sinagogların tümünü değilse de büyük bir kısmını yakinen tanıyorum. Şüphesiz her birinin kendine özgü bir açılımı varsa da bazılarına “biraz daha yakın” olmam doğaldır. Örneğin, İstanbul’un halen en eski sinagogu olan ve 1992’de önerim üzerine 500. Yıl Vakfı olarak restore ettiğimiz Balat Ahrida Sinagogu’nun anılarımda özel bir yeri vardır. Aile köklerimin bulunduğu Edirne’de, muhtemelen büyükbabamın içinde dua etmiş olduğu ve korunması için, Talat Halman’ın Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı olduğu 1971’lerden beri çaba sarfettiğim Kal Kadoş Agadol Sinagogu’nun bugünkü acıklı, fakat “halen ayaktayım” dercesine zamana ve belki bizlere kafa tutan vakur duruşu ...restore edilerek bir kültür işlevine tahsis edileceği günleri iple çekiyor, sabırla bekliyorum. Ve şüphe yok ki, 2001 Kasımından beri 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi olarak hizmet veren eski Kal Kadoş Galata veya bilinen adıyla Zülfaris Sinagogu.
Yukarıda bahsettiğiniz sinagoglarla ilgili kitabınız hakkında biraz izahat verebilir misiniz? Bu Kitabın “Türkiye Sinagogları” eserinden farkı nedir? Neden bir başka kitaba gerek görüyorsunuz?
Arşivlerin yok denecek derecede az olduğu, anıların da doğal ömürle sınırlı bulunduğu bir ortamda hala mevcut verilerin gelecek kuşaklara intikal ettirilebilmesi için kayıt altına alınması çok önemlidir. “Türkiye Sinagogları” eseri, ister faal olsun ister yıkıntı halinde bulunsun halen mevcut olup İzzet’in fotoğraflayabildiği yapıtları kapsamaktadır. Son rötuşlarını yapmakta olduğum ve başlığı muhtemelen “Türkiye’de Dünden Bugüne Sinagoglar” kitabım ise bu sinagoglara ait daha kapsamlı bilgi vermekte, ayrıca bugün artık mevcut olmadıkları için fotoğraflanamayan bir çok yapıtı, örneğin Marmara Adası, Tokat, Foça, Manisa vs gibi sinagogları ve Kamondo Anıtmezarı, Akhisar Tarım Okulu, İzmir Yahudihaneleri vs gibi yapıtları da kapsayacak ve nostaljik fotoğraflarla süslenecektir.