Bonfil’in düşlediği Venedik

İzmir İtalyan Kültür Derneği’nde açtığı Venedik Karnavalı temalı sergiden elde edilecek gelirle yine eğitimde kullanılmak üzere mezun olduğu Saint Joseph Lisesi’nin vakfına bağışta bulunan Selim Bonfil’i tanıtıyoruz.

Ester YANNİER Toplum
25 Şubat 2009 Çarşamba

 1954 İzmir doğumlu olan Selim Bonfil İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi’nden mezun olduktan sonra Belçika’da Liege Üniversitesi’nde İşletme Fakültesini bitirdi. 1984 yılından beri Ruba Fermuar San. A.Ş’de genel müdürlük görevini sürdürüyor. Evli ve iki çocuk babası. İngilizce, Fransızca ve İtalyanca olmak üzere üç yabancı dil biliyor.

Öncelikle neden serginizde  Venedik fotoğraflarını tercih etmenizde özel bir neden var mı?

 Hayalin nerede  bitip, gerçeğin nerede başladığını kestiremediğiniz bir şehirdir Venedik. Tarih ile düş birlikte yoğrulmuştur sanki. 

Venedik’e her gittiğimde mağazaların çoğunda ve seyyar tezgâhlarda gördüğüm rengârenk, gizemli ve son derece estetik maskeler hep ilgimi çekerdi. Onları gördükçe Venedik Karnavalı’nda bulunmayı düşler, çok heyecan verici bir deneyim olacağını düşünürdüm.

Tesadüfen bir iş seyahati için Venedik’e yakın Udine’ye gittiğimde geleneksel olarak her yıl Ocak sonu ve Şubat başında 15 gün süreyle kutlanan karnavalı izleme fırsatı yakaladım. Bu güzel rastlantı bir yıl sonra aynen tekrarlandı. Sonuçta karnavalı doya doya iki yıl üst üste gezme fırsatı buldum...

Sokaklar inanılmaz derecede kalabalıktı.  Her tarafta karnaval kıyafetleri giymiş, dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş insanlarla karşılaştım. Bugüne kadar amatörüyle, profesyoneliyle bu kadar çok fotoğrafçıyı bir arada görmemiştim.

Her fotoğrafçı gibi ben de, güzel bir karenin peşinde koşarken en çok portre çekimleri ile ilgileniyordum. Resimlediğimiz kişiler maskeli olduğundan onlarla tek iletişim kurma olanağım gözleriydi. Geriye dönüp düşündüğümde beni en çok etkileyenin insanların gözleriyle konuşmak olduğunu fark ettim.

Bu sergide hem Venedik’in büyülü havasını, hem de karnavalda maskelerin ardından gözler aracılığıyla kurulan olağanüstü iletişimi yansıtmaya çalıştım. Umarım sergiyi izlerken benim yaşadığım kadar keyifli birkaç dakika geçirirsiniz.

Sergiden elde edilecek geliri mezun olduğunuz lisenin vakfına bağışlamak fikri nasıl doğdu?

Türkiye’nin her konuda daha ileriye gidebilmesi için iyi eğitim almış gençlere ihtiyaç olduğu herkesçe bilinen bir gerçek. Çorbada benim de tuzum olsun düşüncesiyle sergi gelirini eğitime katkı amacıyla bağışlamayı çok önceden planlamıştım. Ancak hangi kuruma bağışlayacağıma henüz karar vermemiştim. İzmir Saint Josephliler Derneği’nin geleneksel yılsonu balosunda dernek çatısı altında yeni bir vakfın kurulmakta olduğu anons edildi. Bu vakfın amacının Saint Joseph Lisesi öğrencileri için yurt açılması ve daha çok sayıda öğrenciye burs sağlanması olduğu açıklandı. Kendim de bu okulun mezunu olduğumdan ve derneğin bu maddi olanağı iyi değerlendireceğine inandığımdan,  kurulacak vakfı desteklemek bana çok uygun geldi. Hemen o an karar verdim ve yöneticilere ilettim. Önerim çok sıcak karşılandı ve Dernek başkanı tarafından o gece mezunlara duyuruldu.

Dernek yöneticileri ile yaptığım işbirliği sonucu serginin tüm gelirini St. Joseph mezunlarının kuracağı Vakfa dernek aracılığı ile bağışladım.

Aslında  eğitim alanına ilgim daha öncesine dayanıyor. Ne yazık ki 1998’de kapanmış olan İzmir Özel Musevi Ana ve İlkokulu’nun son dönem yönetim kurulu başkanlığını yapmak bana nasip oldu. 1998’den beri de Fransızca eğitim veren Piri Reis İlköğretim Okulları’nın bağlı olduğu Orion Eğitim Vakfı’nın kurucu üyelerindenim.  Ayrıca yönetici olarak görev yaptığım fermuar fabrikası dolayısıyla, tekstil sektöründe çalışacak gençleri bilgilendirmek amacıyla çeşitli üniversitelerin tekstil bölümlerinde gönüllü olarak fermuarla ilgili seminerler vermekteyim. 

Fotoğrafla nasıl ilgilenmeye başladınız?

Fotoğrafa olan ilgim ortaokul yıllarımda bana hediye edilen fotoğraf makinesiyle başladı. Makineyi kullanmayı öğreten yakınımın aşıladığı heyecan bende fotoğrafçılığı daha iyi öğrenme isteği uyandırdı. İstanbul Saint-Joseph Lisesi’ndeyken karanlık oda ile tanıştım. Burada siyah-beyaz baskı tekniğini öğrenip geliştirdim. İş hayatına atıldıktan sonra, fotoğrafçılık vazgeçilmez bir hobi olarak yaşantımdaki yerini aldı.

 İlk kişisel sergimin konusu çiçeklerdi. Başlangıçta çiçek gibi sabit bir malzemeyle çalışmak, objelerin üzerinde dilediğim kadar vakit harcama olanağı sağlayarak estetik duygumun gelişmesine yardımcı oldu. Daha sonra dünyanın çeşitli ülkelerindeki açık hayvan parklarında çektiğim fotoğraflar ile çocuklara yönelik bir sergi açtım.

Konu hakkında kendinizi geliştirmek için ne gibi çalışmalarda bulundunuz?

Fotoğrafçılık konusunda bilgimi derinleştirmek için çalışmalarıma klasik fotoğraf tekniği ile başladım. Daha sonra fotoğrafta kompozisyon, estetik, güzellik konularına yöneldim. Bu açılımla birlikte fotoğraf felsefesine girip, fotoğraf sanat mıdır, yoksa fotoğraf belge midir, güzel fotoğraf nedir gibi sorulara cevap aradım. Çeşitli yazı ve fotoğrafları inceleyerek derin bir araştırmaya girdim. Bu çalışmalarımı destekleyen gerek Türkiye’de gerekse yurtdışında birçok sergi gezme olanağım oldu.

Üç kez ziyaret ettiğim Photokina Fuarı’nda dijital fotoğraf tekniği çok ilgimi çekti. Son beş yıldır birçok çekimi dijital makine ile yapıyorum. Sonuçlar şaşırtıcı. Ancak klasik gümüşlü baskıya göre yüzde yüz mükemmel olmadığından bilgisayarda müdahale gerektiriyor. Bu yeni tekniğin sağladığı önemli bir avantaj ise basım esnasında benimle fotoğraflarım arasındaki diğer kişileri kaldırması. Jean-Pierre Nouhaud, Ungle’nin polaroid çalışmaları üzerine şöyle der: “Popüler fotoğrafta dayanılmaz bir paylaşım var: çekimi yapan, filmi develope eden ve basan aynı kişi değil. Bu paylaşımdan dolayı bir samimiyet kaybı var, ama bu daha çok bir varlık kaybıdır çünkü bir bakış başka bir bakışla değişiyor.” Oysa dijital fotoğrafta böyle bir paylaşım olmadığı gibi, fotoğrafı çeken kişi olarak görüntülediğiniz kareyi bilgisayar ekranında tam istediğiniz biçimde düzenleyip basma olanağına sahipsiniz. Elbette teknik ilerledikçe, sistemler değiştikçe iş daha da zorlaşıyor. Kısacası resimleri hakkıyla düzenlemek ve en estetik biçimde sunabilmek için bilgisayarı iyi kullanmak ve programları iyi bilmek gerekiyor

Fotoğraf sanatında amatör veya profesyonel arasındaki fark nerededir?

Bir kişinin bir işi amatör ya da profesyonel olarak yapması arasında  büyük fark olduğunu söylemeye gerek yok. Profesyonel olarak fotoğraf çekmeye istediğim kadar zaman ayırabilmeyi çok isterdim. Ancak seçimim birçok sebepten dolayı hobiden yana oldu. Hal böyle olunca yoğunlaşacağım konuları ben seçeceğime, konular bana geldi.

Tüm güzel sanatlarda olduğu gibi fotoğrafçılar da güzelin peşindedir. Elbette söz konusu olan objenin güzelliğinden çok her objeye yeni bir göz, değişik bir açı ile bakmak, gerçekliğin fark edilmeyen yeni bir yönünü ortaya çıkarmaktır. Yansıtılmak isteneni doğru, başarılı bir biçimde gerçekleştirirken yeni bir şey söylemek, yeni bir yorum getirmektir. Bu yolda benim de çok az da olsa bir katkım olabilmişse, güzelliği sizinle paylaşabilmişsem ne mutlu bana…