Özgür kadınlar ‘tehlikeli’ midir?

Lise yıllarımda Fransız hocam, ‘Sakın ha evlenmeyin. Eğer bir gün gaflete düşerseniz bari fazla akıllı olmayan biriyle evlenin, daha mutlu olursunuz’ demişti. Anlatacağım gerçek yaşam öyküsü belki biraz ayrıksı ama bu öneriyi olumluyor bir anlamda. Ben öyle bir öneriye yine de sıcak bakmıyorum. Ama hayat sizin, karar da sizin…

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
13 Mayıs 2009 Çarşamba

Adam, delirmenin eşiğindeyken, evinin penceresinden sokağa baktığında bir fayton kullanıcısının atını acımasızca kırbaçladığını görür, kendinden geçer, hızla sokağa atar kendini ve ‘Benim Sevgili Lou’m’ diyerek ata sımsıkı sarılır gözyaşları eşiğinde. Ve o günden sonra ölümüne kadar uzun yıllar kendine pek gelemeden yaşar.

Adam, 20. yüzyılın tartışmasız en büyük, en ayrıksı, en ufuk açıcı ama bir o kadar da yanlış anlaşılan düşünürü Friedrich Nietzsche’ydi. Hani, o ‘Tanrı öldü’ deyince dünyayı ayağa kaldırmış olan, Hıristiyanlığı iki yüzlülükle suçlayan, ‘iyi’ ve ‘kötü’nün yeniden tanımını yapan, “insan başkasını kendini sevdiği için sever” denli radikal söylemde bulunan, meşhur ‘üst insan’ teorisiyle Nazizmin altyapısını istemeden hazırlayan çok farklı, ‘uzaydan gelmiş’ bir insan…

Peki, ‘onun Lou’su kimdi?

Böylesi bir devrim yaratan büyük bir beyni delirtecek kadar etkili olan bu kadın kimdi?

Nietzsche’nin delice âşık olduğu insandı. Dönemin ünlü psikanalisti, düşünür Lou Andreas Salomé’den başkası değildi. Edebiyat dünyasının gelmiş geçmiş en “özgür kadını”, Lou Salomé…

Birkaç kuşak öncesi Sefarad Yahudiliğinden protestanlığa dönen Salomé’lerden, bir Rus generalinin kızı. Lakin küçüklüğünden itibaren uzak ufuklara kanat çırpmış özgür bir kuştur Lou. Ya kendinden çok büyük, ya da çok küçük erkeklerle ilişkiye giren; otuz beş yaşına kadar cinsel yaşamı kendisine kesinkes yasaklayan ama ondan sonra alabildiğine, kendi deyimiyle, ‘cinsel ziyafetler’ veren bir kadın. Uzun bacakları, dar kalçaları, iri aydınlık gözleri, küçük düzgün burnu, şehvetli dudakları, uzun sarı saçları ve geniş alnıyla erkekleri hemen baştan çıkartacak kadar güzel ama aynı zamanda müthiş akıllı ve entellektüel bir kadın.

Kendisine felsefeyi, ünlü düşünürleri ve yapıtlarını tanıtan ve ileride bu nehirde yüzmesine vesile olan, ondan 25 yaş büyük bir papazın evlenme önerisini reddettiğinde Nietzsche ile tanışır ama aynı zamanda Yahudi filozof genç Paul Rée ile de duygusal bir bağ içindedir. Lou’nun önerisine uyarak cinsel yaşam olmaksızın “üçlü yaşam”a koyulurlar.

Bir gün resim çektirmeye karar verirler. Fotoğraf, tarihin en meşhur karesi olur: Atsız, iki tekerlekli bir arabada atların yerinde solda Nietzsche, sağda Rée ve arkalarında ise elinde kırbaçla duran Lou Salomé!

Fotoğraf herşeyi kanıtlıyordu.

Üçlü yaşam fazla sürmez. Cinselliğin olmadığı, sadece Tanrı’dan, dinden, ölümden, seksten, cennet, cehennemden konuşularak süregelen bir birliktelik nereye ulaşabilirdi ki?

Her ikisinin de evlenme teklifini reddeder Lou. Nietzsche anılarında ondan, ‘küçük, sıska, pis, sahte göğüslü ve cinsel güçsüzlüğüyle iğrenç maymun’ olarak bahsedecekti. Ve terkeder Lou’sunu. O ünlü, “Böyle buyurdu Zerdüşt’ eserinde Zerdüşt’e şöyle dedirtir:

“Kadınlar henüz dostluk için yeterli değildir. Kadınlar hâlâ kedi ve kuşturlar, hatta inektirler!...”

Acı çeken Rée ise Napolyon’dan beri herkesin bildiği gibi, ‘aşkta tek zafer kaçıştır’a uyar ama bir gün cesedi nehir kenarında bulunur. Kaza mı, intihar mı, anlaşılamaz…

Lou Salomé, ne Rée için, ne de yıllar sonra ölecek olan Nietzsche için üzülecekti. Zira ileride çok kere yaşayacağı ilişkilerde olduğu gibi dostlukları sürekli tüketen bir ruha sahipti!

Aşk’ demişti, ‘bir fırtına gibi bir kez durulunca, daha fazla derinleştirilemeyen en temel bir tutkudur”…

‘Özgür kadın’ bir gün evlenmeye karar verir, Andreas adlı oryantalist bir Alman ile. Ama anlaşma yapar. Sahte bir evlilik yapacaktır, yani cinsellik olmayacaktır.

Ve de öyle olur. Andreas’ın ismini alır ama onunla bir kez bile olmaz ömrü boyunca. Lakin kocasının, evin bakıcısından yaptığı kız çocuğunu da evlâtlık olarak kabul edecekti çok ileride…

Bir sonraki ‘kurban’, kendisinden on beş yaş genç ünlü Alman şair Rainer Maria Rilke olacaktı. Cinsellik yasağını da onunla bozar. Güzelliği, aklı ve entellektüelliği ile uyuşturduğu genç erkekleri sürekli tüketmeye başlar. Kendisine, “kalbimi çıkar al, beynim çarpar / eğer beynimi ateşe verirsen / seni kanımda taşırım” diyen Rilke’yi de terkeder.

Sigmund Freud ile büyük buluşmasına değin bir çok genç sevgilisi olur. Kimi terkedildikten sonra intihar bile eder…

“Erkeklerin ne istedikleriyle kafanızı meşgul etmeyin. Tek efendiniz olan Tanrı ne istiyorsa onu yapın. Özgürlük oradadır” der bir gün feministlere. Lakin bizim anladığımız Tanrı’dan bahsetmiyordu muhtemelen.

Freud’a büyük saygı besler. Freud ona psikanaliz dünyasına sokar. Birlikte toplantılara, konferanslara katılırlar ama Sigmund Freud ona direnen tek erkek olur. “Hiçbir zaman cinselliğiyle beni ilgilendirmedi” diyecekti anılarında, psikanalizin babası...

‘Özgür kadın’, 1937’de; Freud, Nazilerden kaçmaya uğraşırken, 76 yaşında hayata veda eder.

Ölmeden çok az önce şöyle yazacaktı anılarında:

“Ben ne önümdeki örneklere göre yaşadım, ne de kendim bir örnek oldum. Tam tersine kendi yaşamımı kendime göre sürdürdüm”.

Geriye kalan ise, cevabı zor bir soru:

Böylesi ‘özgür’ bir kadınla karşılaşmak ister miydiniz?