Hangisi olgun değil: internet mi insan mı?

Köşe Yazısı
27 Mayıs 2009 Çarşamba

David Ojalvo


Ülkemizde internet on altı yılı aşkın bir süredir kullanılmakta. İnternetin birçok açıdan yarattığı etkilere dair tartışmalar da devam etmekte. Bir bilgi hazinesi olmanın yanı sıra internet, potansiyel tehlikeleri ve olumsuzlukları da beraberinde taşıyor. Bu konuda genel olarak bilinen örnekleri sıralamayacağım. Üzerinde durmak istediğim, bir düşünce ve fikir platformu olarak internetin nasıl kullanıldığı.

Düşünmek, insanoğluna anlam kazandıran kavramların başında geliyor. İç dünyanızla ve çevrenizle olan bir etkileşim söz konusu… Bunun üzerine kimliğiniz, değerleriniz, yüzyılların mirası olan bir tarih ve bilgi birikimi ekleniyor. Böylelikle bugünü var ediyor; geleceği hayal ederken, bünyemizde taşınan varoluş sıkıntısına karşı durabiliyoruz.

Bilgisayarlar, iletişim teknolojileri ve internet de bu düşünce sürecinin ürünleri. İnternetin nimetlerinden yararlanırken, insanoğlu durmayacaktır da. Üzerine yeni teknolojiler inşa edecek, bilgi birikimi daha da genişleyecek, bilimin sınırları ileri taşınacak. Bugünün insanları olarak kendimizi bazı konularda “şanslı” veya “şansız” gördüğümüz kadar, yarının insanları da bu iki kelimeyi kullanacaklardır; çünkü çıkış noktası belli: insan olmak.

 Ve insan, dilediğini düşünmekte serbesttir. İçinde bulunduğuz çağ (veya sistem) ortalama düşüncelerin dile getirilmesini kabul, hatta teşvik etmektedir. Sıkıntı, doğru veya yanlış, daha uç sınırlarda düşüncelerin seslendirilmesi, yazılıp-çizilmesiyle başlamakta. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Dünyanın güneş etrafında döndüğünü söylemek, insanın kökeninin maymuna dayandığı görüşünü ortaya atmak veya günümüzde olduğu gibi, belli ideolojileri savunmak. Düşünce “suç” teşkil edebiliyor. Karşılığı ise entelektüel bazda yürütülen tartışmalar değil, sınırlamalar, yasaklar ve hapis de olabiliyor.

İnternet uçsuz bucaksız bir platform... Aralarında Youtube ve Richard Dawkins’in web mekânının yer aldığı 1,500’ü aşkın internet sitesi ülkemizde yasaklı. Elbette çocukların gelişimini birinci derecede etkileyen ve toplum sağlığına aykırı sitelere erişimin engellenmesi anlamlı; ama özellikle bu sitelerin dışında kalan sitelere karşı “yasakçı” zihniyet hiç de gerçekçi bir çözüm değil. Kaldı ki, milyonlarca adreste yer alan içeriği takip etmek de pek mümkün olmasa gerek. Dolayısıyla, birtakım yanıtlar internet kullanımına dair verilmesi gereken eğitimde ve bireylerin interneti kullanma niyetlerinde saklı.

Yasaklar, insanların akıllarındakini hayata geçirme dürtüsünden, inancından alıkoymayacaktır. İnternet, bu konuda yepyeni bir çığır açtı ve sayısız farklı örnek mevcut. Son dönemde, bunu antisemitizm boyutunda yaşıyorum. Detaylara girmeden özetlemek isterim: moderatörlüğünü üstlendiğim ve 1,000 kişinin üye olduğu gazetemize dair bir internet grubuna, arada sıraları birileri girip nefret dolu, ırkçı, antisemitizm içerikli mesajlar bırakıyor. Bunun üzerine “neden bu mesajları silmediğim” soruluyor bana. Yanıtım ise: “Bu tür mesajları herkesin görmesinde yarar var. Açık bir antisemitizm söz konusu. Bu tür mesajları değerlendirmeyi ve yanıtlamayı, takdirinize bırakıyorum.”

Verdiğim yanıt bir yana, bir soru üzerine düşünüyorum: “İnternet insanların içinde var olan yıkıcı duygu ve düşüncelerin açığa çıkmasını mı sağladı veya bu ‘özgürlük’ ortamı kötüye mi kullanıyor?”

Sahte bir kimlikle, bir takma adla, ikinci bir defa düşünmeye gerek duymadan “yolla” butonuna tıklamak çok kolay. Oysa “düşünmeden konuşma” cümlesinden hareketle, yazdıklarımızı tekrar tekrar kontrol etme ve sakin bir kafayla gözden geçirme şansımız var bilgisayar başında. İnternet, doğru kullanılırsa, harikulade bir düşünce ve fikir platformu olabilirdi; ama öncelikle bu hassasiyeti taşıyan kullanıcılara ihtiyaç var. Düşünmeyi teşvik eden ve yasaklarla değil, sağduyu ile hareket eden bir yapıya ihtiyaç var...

İnternetin yaşı daha çok genç olabilir; ama olgunlaşması gereken o değil... Bir yanda bilim ve teknoloji üreten insan, diğer yanda onu tüketen ve kötüye kullanan insan... Böylesine iki kutup ve bir uçurum olmamalı... Yoksa “ilerliyoruz, gelişiyoruz” derken, bir şeyler hep eksik, aksak, kötürüm kalacak...