İstanbul’un ardından

Köşe Yazısı
10 Haziran 2009 Çarşamba

İzzet ANCEL


Geçtiğimiz hafta sonu Formula 1’in son durağı İstanbulpark pistiydi. Yarış diğerlerine göre sürpriz bir sonuç getirmezken; tartışılan, bir başka İstanbul Grand Prix’sinin ardından yine organizasyon problemleri, seyirci sıkıntısı ve F1’in Türkiye’deki geleceği konularıydı.

İstanbul GP’i öncesi değişik yorumlar vardı. Gündemde FIA ile takımlar birliğinin arasındaki bütçe tartışmaları geniş yer kaplarken, bazı takımların hafta sonu yapılacak olan yarışı boykot edeceği söylentileri bile yayıldı. Neyse böyle bir durum söz konusu olmadı. Ferrari’nin Monaco’daki hafif sıçrayışının ardından burada Brawn GP takımına yetişeceği ve bu pistte üç yarış kazanmış olan Massa’nın 4. Yarışını kazanacağına inananlar da oldukça fazlaydı. Hatta Cuma günü yapılan antrenman turlarında Brawn GP pilotlarının geride kalması bir şeylerin değişeceğini gösterir gibiydi. Fakat yarış sona erdiğinde yine podyumun tepesinde Jenson Button vardı.

Siyasi bir problem yaşanmamış veya piste yine köpek girmemiş olsa da, bu sene de geçen senelerde olduğu gibi ciddi organizasyon sıkıntıları yaşandı. Her şeyden önce yaklaşık 130.000 seyirci kapasitesine sahip olunmasına karşın sadece 30.000 adet bilet satılabildi. Bazı tribünler branda ile örtülürken, bazı yarış kameralarının açıları boş tribünleri göstermeyecek biçimde değiştirildi. Yaklaşık 25.000 kapasiteli ana tribünün sadece yarısı doldurulabildi. Her ne kadar kriz dönemi olsa da, katılımdaki yetersizliğin asıl nedeni bilet fiyatlarının, indirime rağmen Türkiye standartlarının çok üzerinde olmasıydı. Bilet fiyatlarının MSO’nun veya herhangi bir Türk organizatörün elinde olmadığı düşünüldüğünde, bu konuda yapılabilecek çok fazla şey yok aslında. Belki sponsorların daha fazla bedava bilet dağıtmaları sağlanabilirdi ki bu da direkt olarak organizatörlerin başarısız olduğu reklam ve sponsorlar konusuyla bağdaşıyor. Avrupa’da yapılan tanıtım ve aktivitelere bakıldığında maalesef Türkiye Formula 1’i pazarlama konusunda oldukça zayıf kalıyor. Bu sene pistte ve şehir genelinde yer alan faaliyetlere bakıldığında, belli başlı yerlerde Formula 1 araçları sergileyip, bangır bangır müzik eşliğinde LCD ekranlardan F1 yarış oyunları oynatmanın pek de ötesine gidilememiş. Sadece 2000 kişinin izlediği pilotlar, sanatçılar ve futbolcuların çıktığı maçtan kaçımızın haberi oldu acaba?  Oysa 2005 yılında Coulthard’ın Boğaziçi Köprüsü’nde yaptığı şov, hem ülke genelinde spora ilgiyi artırmak, hem ülkenin reklamını yapmak adına oldukça yaratıcı bir fikirdi.

Parasına kıyıp 750 liraya bilet alanların başına gelenler ise olayın başka bir boyutu. Bu sene beşinci ve en az kalabalığın bulunduğu yarışın yapılmasına karşın 4 sene boyunca yaşanan sıkıntıların tamamı neredeyse tekerrür etmiş. Yarış sonu sendromuna hala bir çözüm bulunamamış. Yaya olarak, çıkışa ulaşacak tünelleri geçmek bir işkenceyken, aracına ulaşabilenler ise her sene olduğu gibi pisti terk edebilmek için uzun bir süre kavurucu güneşin altında beklemek durumunda kaldı. Ayrıca ses ve görüntü sistemlerinde de problemler vardı. Bunun dışında pist etrafında veya yarış öncesi pistte, ilgi çekici bir etkinliğin olmaması da başka bir sorundu. Yarış sanki sadece takımlar ve konuklar için organize edilmiş gibiydi. Bu sıkıntıları geçen sene de yaşamış seyircilerin bu sene neden gelmemeyi tercih ettiklerini anlamak zor değil.

2011’i geçtim, gelecek sene bile İstanbulpark’ın takvime dâhil olup olamayacağı soru işareti. Ben sadece dışarıdan bakarak yorum yapabiliyorum fakat artık, “zaman geçtikçe, öğrendikçe daha başarılı olacağız” demenin çok da anlamlı olmadığını düşünüyorum. Zira 5 senedir en basit noktalarda bile aynı hatalar yapılıyor. İstanbul’un takvimde kalması isteniyorsa, üzerine düşünülüp tartışılması gereken birçok nokta masaya yatırılmalı.