Bu yazının çok iyi olmasını istiyorum. Bunu Erol Güney’e saygımdan istiyorum. Zira İsrail’den Türkiye’ye tatil için geldiğinde, yazısının aksamaması için gazetenin ofisinde oturup makalesini nasıl yazdığına çok kez tanık oldum. Türkçe ve İngilizce sözlüklerle, bol miktarda kâğıdı yanına alır, gösterdiğimiz boş odaya geçerdi. İkram ettiğimiz çayın yanı sıra onu rahatsız etmemeğe özen gösterirdik. Sonra birden odadan çıkar: “Televizyonu açar mısınız lütfen, ajansı dinlemek istiyorum,” derdi. Haberleri izler tekrar odaya dönerdi. Bu ritüel sabah 9:00’da başlar öğlen saatlerine dek sürerdi. Ardından düzeltmeler yapar, yazıyı verirdi. Özetle en az dört saat sürerdi bir makaleyi tamamlamak. En önemlisi yaptığı işe saygılıydı.
* * *
Erol Güney’i yitirdiğimizi Tel-Aviv’deki komşusundan gelen bir telefonla öğrendik. Beklenmeyen bir haber değildi aslında, yine de odada derin bir sessizlik oldu. Bazı kişiler hiç ölmeyecekmiş gibi gelir insana. Erol Bey onlardan biriydi. 95 yaşında pırıl pırıl bir zekâya sahipti. Bir süredir gazetemizdeki ‘İsrail Mektubu’ adlı köşesini yazamıyordu. İki ay önce telefonla hatırını sordum. Bazı sağlık sorunları yaşıyordu. Uzunca sohbet ettik. Bu arada şu sözleri söyledi: “Dünyanın sayılı gazetelerinde yazı yazdım. Ama Şalom’da yazmak benim için bir ayrıcalıktı. Lütfen bunu arkadaşlara ilet.”
* * *
Erol Güney’le ilk kez, yıllar önce Nelly Barokas ile gittiğimiz Tel-Aviv’deki Medya Kongresi vesilesiyle tanıştım. Sahil şeridindeki büyük otellerin birinin lobisinde buluştuk. Kahvelerimizi içerken konuşmaya başladık. O gün tuttuğum notları bulamadım. Ama ayrıntıları değilse de, ana hatlarını anımsıyorum. Karşımda oturan bir insan değil, akan bir deryaydı adeta. Bir yaşam değil, öyküler zinciriydi. Nelly ile Erol Bey’i hayranlıkla dinlememiz şaşırtıcı değildi. Zira hayatı boyunca karşı cinsi etkileyen bir kişiliğe sahipti. Yaşamının son günlerinde dahi paylaştığı, sohbet edip, yürüyüş yaptığı bir bayan arkadaşı oldu.
* * *
1914’te Mişa Rottenberg adıyla Odesa’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Güney, Rusya’daki siyasi gelişmelerden ötürü Türkiye’ye göç eder. Vatandaşlığa geçtikten sonra Güney soyadını alır. Moda’da geçen çocukluk yılları, St. Joseph’te lise ve ardından üniversite tamamlanır. Bildiği Rusça, Fransızca, İngilizce, ve Türkçe sayesinde Sabahattin Ali’nin kurduğu tercüme bürosunda bulur kendini. Bu arada gazetecilik mesleğini sürdürür. Eşi Dora ile evlenir.
* * *
Bir gün, Amerikan Elçiliği’nin bir davetinde bulunduğu sırada siyasi polis tarafından casusluk suçuyla tutuklanır. Üzerinde smokin vardır. Değişmek istese de zorla arabaya bindirilir. Gözaltında tutulmak üzere Anadolu’nun ücra bir kentindeki açık hava cezaevine götürülür. Tutuklular merakla gelecek olanı beklerler. Arabadan inen Erol Güney’in smokinini görenler: ‘Demek casus giysisi buymuş’ derler.
Erol G., bu hikâyeyi bir yandan anlatır, bir yandan da kahkahayla gülerdi. Gözaltı süreci Güney’in sınırdışı edilmesiyle son buldu. “Nereye gidebilirim?” sorusuna en mantıklı yanıt Paris oldu. AFP (Agence France Presse) ile zaten çalışıyordu, hiç olmazsa bir işi olurdu. Paris’e gitti. Ancak göçmen statüsü onu orada da rahat bırakmadı. O dönemde, arkadaşı Elie Wiesel ile tartışırlarmış. Wiesel: “Artık bir Yahudi olarak başımızı eğmeyeceğimiz bir yere gitmenin zamanı geldi” dermiş. Erol Güney de bu cümleye: “Kaderin cilvesi, Wiesel Amerika’ya gitti, ben de İsrail’e” şeklinde yorum getirmişti.
* * *
Erol Güney yaşamının geri kalan yıllarını gazetecilik mesleğini sürdürdüğü Tel-Aviv’de geçirdi.
Sınırdışı edilişini hiçbir zaman hazmedemedi. Bu olaya olan tepkisini uzun yıllar boyunca Türkçe konuşmayarak dışa vurdu. Nitekim, Şalom’a yazmaya başladığı ilk yıllarda makaleleri Fransızca gelir, tercüme edilirdi. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen, Güney’in Türkiye’yi tekrar ziyaret etmesi de çok kolay olmadı. Nihayet Ekrem Güvendiren’in Büyükelçi olduğu dönemde, vize alabildi. Ondan sonra da sık sık İstanbul’u ziyaret etti. Ve bizler de bu ziyaretlerin yolunu bekler olduk. Türkiye’de Mavi Yolculuk’u yapan ilk grubun arasında yer alan Erol Güney sıradışı bir yaşam sürdü, çok sevdi ve sevildi, ama hepsinden öte her zaman genç yaşadı.