Kaçınılmaz son: savaş

Alber NASİ Köşe Yazısı
14 Ekim 2009 Çarşamba

Geçen haftanın önemli gündem maddelerine bakıldığında ilk göze çarpan hiç şüphesiz İstanbul’da gerçekleşen IMF toplantısı oldu.

İstanbul’da olaylara sebep olan ve bir Yahudi vatandaşın da kalp krizi geçirerek vefatına sebep olan olaylardan çok verilen mesajlar ilgi çekiciydi.

Toplantıda ekonomik krizin henüz bitmediği ve halen çok dikkatli davranılması gerektiği belirtildi.

Daha da önemlisi ekonomik krizin yaralarının sarılması aşamasının sancılı olabileceği ve birçok ülkede savaşlar yaşanabileceği uyarısında bulunuldu.

30’lu yıllarda yaşanan ekonomik kriz çok yavaş yayılmış ve dünyayı senelerce etkisi altında tutmuştu. En sonunda ise bilindiği üzere 2. Dünya Savaşı çıkmıştı.

Şu ana yaşadığımız kriz ise hızlı iletişimin de katkılarıyla dünyaya bir anda yayıldı ve muhtemelen çok daha hızlı bitecek. Ancak bitmesinin bir savaş yaşanmadan olması biraz zor gibi görünüyor.

Rejimleri tehdit eden savaşları tetikleyen, devrimleri yaratan her zaman için kalifiye iş gücünün işsiz kalması olmuştur. Kalifiye olmayan cahil cüheyla takımının işsiz olması, aç gezmesi kimsenin umurunda değildir. Bu tip insanlar bir araya gelseler bile herhangi bir organizasyon veya planlı bir eylem yapmazlar, yapamazlar.

Oysa kalifiye insanların organize olması ve sisteme karşı tavır almaları hem daha kolay hem de daha yıkıcıdır. 2010 sonu itibariyle işsizliğin özellikle kalifiye insanların işsizliğinin artmasıyla dünyanın değişik yerlerinde savaşlar ve kaotik ortam görmek pek de mantıksız görünmemektedir.

Bu arada bu krizin bittiği veya bitmeye başladığını sananlar büyük bir yanılgı içindedir. Problemler ertelenerek veya dondurularak gün kurtarılmaktadır. Bir süreliğine (bu süre bir sene bile olabilir) yalancı bir bahar yaşatılarak insanlar kandırılabilir. Ancak rakamlar eninde sonunda doğruyu gösterir.  

***

Bölgenin bir diğer önemli gündem maddesi NATO - İsrail ortak tatbikatının iptal edilmesi. Türkiye’nin o veya bu sebeple İsrail’in katılmasını istemediği tatbikat ABD ve İtalya’nın da çekilmesiyle iptal olmuştur. Türkiye’nin kararını saygıyla karşılamakla beraber nasıl bir amaca hizmet ettiğini pek anlayabilmiş değilim. Özellikle Türkiye’de birkaç insanı memnun etmekten başka hiçbir işe yaramayacak bu karar İsrail-Türkiye ilişkilerinin lüzumsuz yere gerilmesine sebep olacaktır. Kaldı ki İsrail’in Türkiye’nin tavır alması sebebiyle kendini savunma hakkını kullanmayacağını düşünmek pek de akla yatkın değildir.

****

Yazımın son bölümünü aynı köşeyi paylaştığım Haymi kardeşime bir soruyla bitirmek istiyorum. Geçen hafta nasıl bir demokrasi olması gerektiğiyle ilgili son derece mantıklı ve akademik olarak da doğru bir yazı yazmış. Ancak demokrasi için son derece gerekli bir unsur unutulmuş; halk. Ya halk özünde demokrasiyi istemiyorsa? Demokrasinin anlamını bile doğru dürüst anlaşılmamışsa hangi kanun, hangi bilmem ne kriteri hangi dış gücün talepleri demokrasinin yerleşmesini sağlar.

En basitinden bir örnekle, hiç de demokratik olmadığı bilinen 1982 Anayasası Fransa’da yürürlüğe girmiş olsaydı acaba halk mı anti demokratik yaşamaya devam ederdi yoksa Fransız halkı ne yapar eder o anayasayı mı değiştirirdi?

Türkiye’de söz konusu anayasanın ardından 27 sene geçmiş ve halk gerçek demokrasiyi getirecek hükümeti ne yazık ki getirememiştir. Bu noktada sadece seçilenler mi suçludur? Seçmenlerde hiç mi suç yoktur?