Su üstünde durabilmek

İsrail’de dört gün geçirdim. Yine çok ilginç gözlemlerim oldu. Ama en ilginci Ölü Deniz’deki plajlardaydı.
Ben naif bir insanım ve hiçbir zaman ‘adam’ olamayacağım.
“Ayakları yere basanlar” bu yazımı okumasın lütfen.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
3 Aralık 2009 Perşembe

Ne zaman İsrail’e gitsem o naif ama bir o kadar da sorulmaktan kaçınılan suali sorarım hep kendime. Birleşmiş Milletler’in 29 Kasım 1947’de kabul ettiği meşhur 181 no’lu kararını Araplar ve Filistinliler kabul etseydi bugün Ortadoğu ne halde olurdu? Eğer Filistinliler çıkan karara ‘evet’ diyerek, İsrail Devleti’nin yanıbaşında kendi devletlerini kursalardı bugün nerede olurlardı?
Kimse nedense bu soruyu sormaz. Sormaz, çünkü bu sorunun kendisi İsrail’i bölgede meşru bir ülke haline getirir o zaman onlar için. Çünkü yine onlar için önemli olan, Filistinlilerinin mağduriyeti ve çocuklarının umutsuzlukları değil, İsrail düşmanlığıdır. Geçmişe yapışıp kalırlar orada.
İsrail’in de kimi zaman masum olmadığını hep bu sütunlarda yazmışımdır. Lâkin hâlâ geçmişi yaşayarak geleceği şekillendirmeye çalışanlar kime kötülük yaptıklarını düşünsünler.
Ünlü yazar, düşünür Umberto Eco antisemitizmi irdeleyen son makalesinde şöyle der:
İsrail politikalarını her eleştirdiğinde seni, antisemitizmle suçlayan Yahudi can sıkıyorsa, İsrail politikasına her eleştiriyi antisemitizm tanımlamalarına çeviren herkes çok daha sıkıntı veriyor. Antisemitler için bir Yahudi evinde geçiciyse, bu rahatsız edicidir; keza kendi evinde kalıcıysa da. Doğal olarak gelecek itirazın ne olduğunu çok iyi biliyorum: İsrail’in olduğu yer Filistin toprağıydı. Ama o topraklar; Kuzey Amerika’da olduğu gibi şiddetle ve yerleşik halkın cezalandırılmasıyla, ya da Güney Amerika örneğinde olduğu gibi meşru kralların yönettiği bazı devletlerin yok edilmesiyle değil, tam tersine kimsenin karşı koymadığı ağır bir göç sürecinde elde edildi…”
Umberto Eco’nun söyledikleri tartışılabilir belki ama genelde tarihi bir doğruya işaret etmiyor mu?
Bilindiği üzere 29 Kasım 1947’de BM’in iki devletli planı 33’e karşı 13 oyla kabul edildi. İsrail altı ay sonra devletini kurdu. Filistinliler planı reddedip İsrail’e savaş açtılar. Gerisi hepimizin malumu…
* * *
Geçen pazar günü BM kararının 62. yıldönümüydü ve o 33 ülkeden biri olan Kosta Rika’nın Nobel ödüllü devlet başkanı Oscar Arias Sanchez ‘arkadaşım’ diye hitap ettiği Şimon Peres’i ziyaret ederek 1947’yi bir kez daha birlikte hatırladılar.
Şimdi benim gibi naif bir kul söylenmez mi yine ve yeniden, “Sanchez keşke birkaç kilometre ötedeki 1947’den beri kurulmuş bir Filistin Devleti’ni de ziyaret etse ne güzel olurdu” diye?..
* * *
İsrail’de zor dengeler içinde yüzen bir hükümet mevcut bugün. Buna rağmen Netanyahuiki halk, iki devlet” söylemini kullanan İsrail’in ilk sağcı başbakanı olarak tarihe geçti. Üstelik Obama’ya bir parça sus payı vermek için yerleşim inşaatlarını donduran yine ilk sağcı lider oldu, İsrail’de Obama’ya desteğin taban yapmasına (%4) rağmen. Zira Atlantik ötesinde artık Bush yok. Orada İsrail’in artık harekete geçmesini ve icabında ağır ödünler vermesini bekleyen ve isteyen bir yönetim var. Bibi bunu görüyor, sıkışıyor, sıkılıyor ama pragmatik zekâsıyla düze çıkmaya çalışıyor.
İsrail’de ekonomi krize rağmen fena değil. Herkes tüketmeye devam ediyor çünkü sürekli bankalara borçlu yaşıyorlar. Her tarafta Ukraynalı, Rus ve Etiyopyalı göçmenler var. Bazıları Yahudi bile değiller. Ama devlet onları da kabul etmiş ve iş de bulmuş! İşsizlik son yılların en düşük seviyesinde!
Tel Aviv’de havalar gibi insanlar da güleryüzlü ve hoşgörülü. Kudüs – Yeruşalayim’de ise gerginlik bu kez İsrailliler arasında. İntel gibi devasa bir şirketin Şabat günü çalışmasını protesto eden aşırı dindarlardan sonra bu kez de laikler ve kimi modern ortodokslar şehrin tamamen ultra ortodoksların eline geçtiği iddiasıyla büyük bir gösteri düzenlediler.
Demokrasi herhalde bu olsa gerek!..
* * *
Geçtiğimiz Pazar günü yeryüzünün en derin bölgesi olan (deniz seviyesinin 421 m. altında) Ölü Deniz’deydim. O gün Kurban Bayramı olduğu için plajlarda çoğunlukla Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler vardı. Artık özerk şehirlerinden rahatlıkla İsrail topraklarına girebiliyorlar. Ve Ölü Deniz’in aşırı tuzlu ve insanı batırmadan hep üstte tutan suyu sayesinde yüzme bilmeyenler bile rahatlıkla çamur banyolarını alıp kimi İsraillilerle şakalaşıyorlardı.
İşte o gün umut ışığını bir kez daha gördüm. Eğer yeryüzünün en dip noktasında bile bu eski kuzenler onca tahrike rağmen birlikte suda batmadan ayakta durabiliyorlarsa, bir gün mutlaka karada da birlikte ayakta duracaklar.
Bana ne derseniz deyin, umurumda değil!
Zira sadece ‘kötü’nün yenilmesini istiyorum…