Neşeli hayat...

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
3 Aralık 2009 Perşembe

Bazı insanları algılama biçimi vardır kafamızda; gerçek bir sanatçının her rolü hakkını vererek oynayabileceğini unutur, onları belli kalıplara sokarız.  Örneğin Jack Nicholson, rollerinde kötülük ve yarı deliliğin iç içe geçtiği bir stereotipi yansıtır; Sean Connery ise asalet ve cesareti.  Hayran olduğum hiçbir sanatçının her filmini seyretmedim fakat Jack Nicholson’ı iyi veya Sean Connery’i hasta, tutsak, eziyet görmüş bir karakteri oynadığını kolay kolay gözümde canlandıramam.  Benim için ilk ve en iyi James Bond’dur, kafamda bu imajın ezilmesine izin vermem. 
Güldürmek ise bir sanatçı için en büyük meziyettir bence; tabii ki son yılların bol küfürlü komedilerin bu cümlemin dışında tutuyorum.  Amerikalıların “chick flick”  tabir ettiği, hedef kitlesi bayan seyirci ağırlıklı olan romantik komedilere gitmeye bayılırım.  Pazar günleri içim açılır, otuzlu yaşlarda hâlâ devam eden Pazar sendromunu bir nebze atmaya çalışırım.
***
Güldürmek deyince benim aklıma iki isim gelir; Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz.  Özellikle Yılmaz Erdoğan’ı her zaman çok komik bulmuşumdur.  Kafamda o kadar komik bir imajı vardır ki, bir gün örneğin Akmerkez’de yürürken karşıma çıksa, suratına bakıp gülmeye başlayabilirim sanırım.  Çok ayıp olur muhakkak ama gülmem gelir, biliyorum. 
***
Romantik komedilerin haricinde bir başka sevdiğim film türü ise gerçek hayattan alıntı yapılarak veya gerçek hayatta yaşanabilecek gerçeklikte yazılan bir senaryonun hayata geçirildiği filmlerdir.  Bu tarz filmler genelde biraz buruk, biraz komik, biraz da acıklıdır.  Tıpkı gerçek hayat gibi… Zaten insanların en büyük yanılgılarından bir tanesi de filmlerdeki aşırı mutlu Hollywood sonlarını gerçek hayata adapte edebilecekleri umudunu taşımaları değil mi?
Bayram tatilinde Yılmaz Erdoğan’ın senaryosunu yazdığı, yönettiği ve başrolünde oynadığı Neşeli Hayat filmini görme fırsatını yakaladım.  Komik rollerde görmeye aşina olduğum Yılmaz Erdoğan’ın,  yaşamını sağlamak için buruk ve mahcup bir Noel Baba rolünde görmek başta biraz garibime gittiyse de, oyunculuğunu çok takdir ettim.  Saf, köylü Noel Baba rolünü hakkını vererek oynadı Erdoğan.  Filmin başarısında bence eşini canlandıran Büşra Pekin ve diğer oyuncuların doğallığı, saflıklarının getirdiği mahcubiyetlerinin seyirci tarafından kolayca algılanabilmesinin de payı büyük.   Saadet zincirivari   “kendi işinin patronu ol, iki senede villada otur” komplolarına karşı da güzel bir uyarı olmuş film.  Filmi gördükten sonra bir alışveriş merkezinde Noel Baba, sandviç adam, iri terlik veya zürafa gördüğünüzde dışarıya neşe saçan oyuncağın içinde yaşan adamın kim olduğunu, gerçek hayatta ne kadar neşeli bir hayatı olduğunu merak etmemek elde değil.
***
Söz neşeden açılmışken… 23 Aralık’ta beğeninize sunulacak Şalomist dergisinin yeni sayısının keyifli hazırlıkları devam ediyor.  Bu sene de hem güncel, hem de sıra dışı yeni konular, eski ve yeni yazarlarımızla kısa bir süre sonra sizinleyiz. 
Sağlıklı ve neşeli bir kış dileklerimle…