Fuarın düşündürdükleri

Alber NASİ Köşe Yazısı
3 Mart 2010 Çarşamba

Mesleğim gereği senelerden beri yurtdışı fuarlarına ziyaretçi olarak katılırım. Hemen her fuarda değişik bir trend değişik gelişmeler dikkatimi çeker.

Enerji sarfiyatının her geçen gün daha fazla önem kazanması ve enerjinin en önemli giderlerinden biri olan ‘’air conditioning’’  (türkçe karşılığı her ne kadar iklimlendirme olarak geçse de aslı havayı şartlandırmadır)  olması, ister istemez bu sektörün elektronik sektörü kadar olmasa da sürekli gelişmesine sebep olur.

Ancak Paris’te ziyaret ettiğim fuar benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. 2008 ve 2009 yılında yaşanan krizin tüm izleri sanki fuarın genel havasına sinmişti. Katılımcı firmalar 2008’de kurdukları standlarda ufak tefek değişikliklerle, herhangi bir yenilik duyurmadan sadece 2009 krizinden sağ çıktıklarını gösterme telaşındaydılar.

Özellikle büyük grupların alt grubu niteliğinde olan firmalar kârlılık ve bilanço kaygısıyla iyice muhafazakâr davrandıkları hemen hissediliyordu.

Oysaki özellikle kriz sırasında ‘büyük’ veya ‘lider’ olarak bilinen üreticilerin çekmecelerinde sakladıklarını umduğum yeni teknolojilerini bu dönemde lanse etmelerini ve rakiplerine karşı üstünlük sağlamalarını beklerdim.  

Şaşırtıcı olarak beklenenin aksine az da olsa gelişmeyi sağlayan firmalar, herhangi bir sermaye grubuna veya ana şirketine bağlı olmayan, bağımsız kalmayı başarmış, mali yapıları kuvvetli, kaliteli mal ve hizmet üreten firmalar olmuştu.

Fuar ertesinde Hollanda’da yaşayan ve işi şirketleri evlendirmek olan bir arkadaşımla izlenim ve fikirlerimi paylaşırken durumun son derece doğal olduğunu belirtti.

Arkadaşım, firmaların Ar-Ge’yi iyice yavaşlattığını hatta birçoğunun durdurduğunu belirtti. Firmalar Ar-Ge’ye reklama ayırdıkları bütçeyi genellikle zayıf firmaları satın almaya ayırdıklarını ve bu sayede pazar paylarını arttırmayı hedeflediklerini açıkladı.

Kısa vadede çok güzel gibi görünen bu strateji teknolojik açıdan hiçbir gelişme getirmez ne yazık ki. Ancak 2009 yılının tüketici ve yatırımcı eğilimleri göz önüne alındığında imalatçıların başka bir yol izlemesi beklenemezdi. Zira 2009 yılında yapılan yatırımların,  yapılan binaların birçoğunun ne yazık ki 20 yüzyıl teknolojisinden daha ileri bir teknoloji kullanmadığı bir gerçek.

* * *

Yazımın son paragrafını sevgili başyazar İvo’ya cevap vermek yeni geleneğim haline geldi. Bakalım Sevgili İvo beni ne zaman gazeteden atacak.

Son yazısında iç sıkıntısından bahsetmiş başyazarımız. İç sıkıntısı gerçekten de insanların üzerinde düşünmesi gereken bir konu. Sıkıntının temelinde herhangi bir gerçek sebep yoksa (korku, endişe, hastalık, aşk vb.) bu sıkıntıya iç sıkıntısı denir.  Tek bir sebepten kaynaklanır: Tatmin( sizlik)

Bu tatminsizlik, genellikle sahip olunan veya olunmayan nesne, değer, eğitim veya tarzlara bağlansa da aslında tamamen insanın kendisinden. Tatminsizliğin temelinde bireylerin kendilerinden tatmin olmamaları ve bu tatminsizliğin köklerini sürekli olarak dışarıda aramaları yatar.

Acaba kaç kişi kendinden gerçekten tatmindir? Gelecek haftaya kadar da bunu düşünün. Tabi bir hafta yeterse...