İtiraz ediyorum!

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
28 Nisan 2010 Çarşamba

Yıl 1991. Yer, o zamanki adıyla Fenerbahçe Stadı. Fenerbahçe –Beşiktaş derbisi oynanıyor. Hakem Ahmet Çakar, 90. dakikada Beşiktaş’ın golünü, top kale çizgisinde durdurulduğu halde sayıyor. Çakar golü verince skor 2-2 oluyor, Türkiye karışıyor.

Topun çizgiyi geçip geçmediği o gün bugündür derbi dönemlerinde tartışılır. Geçenlerde yine derbi öncesi bir televizyon programında gerek hakeme gerek de futbolculara fikirleri soruldu. Rıdvan’ın verdiği cevap çok ilginçti: “Bana kalırsa buz gibi goldü” ama “yürü, itiraz ediyoruz dediler, 11 kişi hakemin üzerine çullandık.”

Hakemler gibi pek çok yetkilinin kararlarına itiraz edilmesi adettendir. Zira aksi davranış biçimi, olası bir karar değiştirme ihtimalinden faydalanma hakkını atlamak anlamına gelecektir. Düzeni zorlamayanın enayi durumuna düşmesi gibi bir anlayış…

Oryantallik olarak algılıyorum bu davranış biçimini. Hakkını arama kılıfı altında her tür kural ve düzeni zorlama dürtüsü… Düzeni bozmak değil aslında amaç; sonuna kadar her ihtimali yoklamış olmak.

Bürokrasinin hantallaştığı, kuralların pratiklikten yoksun olduğu ülkelerde bu davranışlara daha çok rastlanıyor. Sürekli kestirmeler aranıyor, çünkü bürokrasinin kilitleneceğine karşı bir ön yargı ve en kötüsü de tecrübe var... Kurallara uygun davranmanın mutlaka yavaş ve yetersiz sonuç getireceğine dair etraftan da açıkçası bir dolduruş var. Haksızlığa uğrayacağız. Biz yapmazsak başkası yapacak, sistem nasıl olsa zorlanacak; yapmayan saf konumuna düşecek. Örneğin, çok trafikli bir akşam saatinde İstanbul’da dört yol ağzını tıkayacak şekilde arabanızı ilerletirsiniz inadına ifadesiz bir suratla. Önemli olan diğer kıyıya bir an önce kapağı atmaktır. Sırası olduğu halde ilerleyemeyen diğerleri ile göz temasından kaçınırsınız olur biter. Neden ilerlediniz? Çünkü siz durup ilerinin açılmasını bekleseniz herkes önünüze doluşacak... Ancak, Manhattan’da dört yol ağzını kapatacak şekilde duran araç hiç görmedim. Sanki yolda görünmez tuzaklar varmış gibi itinayla duruyorlar. İnanın İstanbul’daki gamsızlar da orada, sırası gelene kadar beklemeyi tercih ediyorlar.

Kayırmacılık adı konmasa da her yerde... Ve herkes bunun farkında. Bu yüzden kimse ‘hayır’ı cevap olarak kabul etmek istemiyor. Kendisinin en çok iltimas geçilen kişi konumunda olduğundan emin olmak istiyor. Kendisine uygulanan kuralların başkalarına da uygulanacağına inanmıyor. Devlet dairesinde işlem kuyruğunda nispeten kısa sıra olan bir kontuarı tercih edersiniz, ama sıra hiç ilerlemez. Çünkü tanıdığı sırada olan birileri kendi evraklarını da aynı anda uzatarak sıraya birden bire kaynak olurlar... O kişinin ‘hayır’ deme hakkı vardır, ancak ‘kendi tanıdıkları’ arkada bekleyenlerden daha kıymetli olduğu için demez.

Ben, bütün bunları düzene olan inancın bitmesine yoruyorum. Meksika’da da aynı inançsızlığı hissetmiştim. Kimsenin kurallara uymayacağından eminler. Doğal yollarla adaletin ve kurumların iş göreceğine inanmıyorlar. İlan edilen saatte başlayan hiç bir şey yok. Örneğin bir düğüne davetliydim. Düğün davetiyesinde ‘saat 20:00de başlayacak düğün törenimize’ yazıyordu. Ancak değil davetliler, gelinle damat bile saat 22:00de hâlâ evdeydiler... Düşünün beni uyarmasalar gidip 20:00’de sinagogda bekleyecektim epey bir süre.

Sürekli kestirmelerden ve ufak üç kağıtlardan yararlanmak istememiz kendimizi fena hissetmemek için. ‘Gerektiğinde mazlumu oynayalım ama asla gerçek anlamda mağdur olmayalım’ arzusundayız. İtirazımız herkese, en başta düzene. Uyanıklığa alkış tutulmayan günler gelirse, sisteme bir şans vermiş oluruz…