Aşk olsun

Eddi ANTER Köşe Yazısı
3 Şubat 2010 Çarşamba

Herkesin ortak bir ihtiyacı olan fakat çoğu zaman bunu dile getiremediği, varlığının bir dert yokluğunun da bir yara olan sevgiden söz etmek istiyorum. Sevginin doruk noktası olan aşktan bahsedeceğim… Yüzyıllardır şairlere, filozoflara, düşünenlere, isteyenlere, arayanlara, bulanlara, düşünürlere ilham kaynağı olan aşk bir his midir, enerji midir yoksa sade bir düşünceden mi ibarettir acaba?

Aşkın farklı boyutları olduğu farklı zamanlarda değişik şekillerle karşımıza çıktığı da malumdur. Onu yorumlayan iyi ya da kötü, tatlı veya acı diye nitelendirenler de yine bizleriz. Bizim yaşımız, ruh halimiz, hayat tecrübelerimizle karşımıza çıkan bu kavram her seferinde aynı da olsa mutlaka üzerimizde olan etkisi aynı olmamaktadır.

Yaşımın üç ile beş arasında olduğu zamanda Oedipal dönemimden geçerken babama olan nefretimin sebebinin elbette farkında değildim. Buna karşın anneme olan hayranlığımı sorsalar ‘aşk’ diye adlandırırdım. Babama olan kızgınlığım da haliyle benim aşkıma sahip olmasından kaynaklanıyordu ancak ben nedenini öğrenmek ve bulmak için 30 sene bekleyecektim.

Yıllar sonra karşıma çıkan bir kıza duyduğum hızlı kalp atışları ve güneşin altında kararan gözlerim ve elimin kolumun bağlı olduğu hissini de aşk diye tanımlamıştım üstelik gönlümü kaptırdığım kız benimle değil de bir başkasıyla flört edecekti sonradan. Nice kızlarla gönlüm eğlendi, sevgiye doydum ve aşkı yeterince tattığımı sandıktan sonra nihayetinde hayatımın aşkını buldum.

Evlilik denen müesseseye kayıt oldum ve 19 senedir iyi yürüttüğümüzü sanıyorum. Ardından ilk doğum ve çocuk sahibi olmak diğerlerini izlerken aşkın farklı bir boyutuna ulaştım. Sevginin farklı türlerini hep aşk diye adlandırırken aslında her biri hem aynıydı hem de farklıydı ancak üzerimde bıraktığı etki, enerji hiç değişmedi. Çaresizlik, teslimiyet ve boyun eğme duygularını tattırdı durdu bana…

Şimdilerde ise düşünmeden edemiyorum acaba bütün bu duygular basit bir mutluluk düşüncesinden ibaret olabilir miydi? Yani mutluluk dediğimiz duygu aslında bir düşünce değil mi? Mutluluğun bana verdiği hissettirdikleri bir yana ben istediğim zaman istediğim şekilde kendimi mutlu edemez miyim? Mutluluk bir başkasının tekelinde veya kontrolünde midir?

Cevap tabii ki fiziksel ve zihinsel dünyadan ilahiyat dünyasına ve farklı bir boyuta uzanmakta yer alıyor. Aşk Tanrısal bir enerjidir ve her zaman her yerde mevcuttur. Bizler yazık ki onu bir başkasında arıyor ve yalnız karşımızda ki insanın bize bu duyguları yaşatabileceğini düşünerek etrafımıza yeterince bakmıyoruz. Belki bakıyoruz ancak göremiyoruz. Sevgisiz ilgisiz kaldım deyip şikâyet etmek, mızmızlanmak işimize geliyor, kolayına kaçmak oluyor da ondan…

Hepimizin içinde ‘O’nun bir parçası var ve her birimiz ‘O’nun suretinde yaratıldık diye okurken unuttuğumuz en önemli unsur sevginin de aşkın da yalnız ‘O’nun yolunda ‘O’nunla ilerlerken olduğudur.

Hayatının son faslına girmiş, yaşça büyük bilge insanlara aşkı tanımlamasını sorun sonra kendi tarifinizle kıyaslayın. Aynen bilge birinden ahmak birini çıkartıp sayıya dökmek gibi bir işlemle karşı karşıya kaldığınızı göreceksiniz. Bu rakamı bulan biri olursa şayet, beni arasın bana haber versin, ben de ona bu sayıyı nasıl yorumlaması gerektiği konusunda ona fikir vereyim, çıkacağı yolda onunla beraber yürüyeyim.

Olmuyor ve olamayacak. Klasik düşünce sisteminden arınmadığımız sürece, atılan adımlar sadece bir önceki neslin attığı adımların devamı olmaktan öteye maalesef gitmeyecektir. Bugün aradığım hepimizden farklı bir şekilde düşünme hürriyetine sahip birinin çıka gelmesi ve tüm tabuları yerinden oynatması, değer yargılarımızı ve düşünce dünyamızı tamamen sıfırlayıp ‘re-start’ etmesidir. O gün gelinceye kadar aşk “aşk olsun” siz siz olun sevgisiz kalmayın gelen sevgiyi de itmeyin. İhtiyacı olanlar dile getirenler olacak, olmadığını sananlarsa muhtaç olduklarının farkına belki sonra varacak belki de hiç varmadan göçüp gidecek.

Sevdiğiniz kadar sevilebilirsiniz o yüzden iyisi mi bugün itibarıyla sevin, sevdirin kendinizi, kucaklayın karşınıza çıkıp geleni, aksi halde bir gün geriye bakıp neleri kaçırdığınızı anladığınızda iş işten çoktan geçmiş olacak. Mümkün olduğu kadar “Seni Seviyorum” deyin “Ben de” diyen olmayın…