Neden Birbirimizi Sevemiyoruz?/ Türk Musevi Cemaati ve Kadın-Erkek İlişkileri Üstüne…

 

Mois GABAY Toplum
18 Ağustos 2010 Çarşamba

İçimizi kavuran bu sıcak yaz günlerinde kimimiz Bodrum’da, Çeşme’de, kimimiz Burgazada’da, Büyükada’da serinlemeye çalışırken ben de size uzaklardan Tunus’un Antalya’sı Hammamet’ten bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum. Dün akşam Tunuslu acenteci dostlarımızın daveti üzerine geleneksel bir Tunus düğününe şahit oldum. Ellerinde kınası, süslü elbisesi ile gelin bir yanda, onun önünde dans eden kimi zaman zılgıt çeken hanımlar diğer yanda alışıla gelmişin dışında bir düğün gecesiydi. Her kültür gibi onların da kendilerine özel dansları, şarkıları, tatları, alışkanlıkları vardı… Hiç kuşkusuz orada olan herkes bu kültürün devamını sağlayacak yeni halkanın oluşmasından büyük mutluluk yaşıyorlardı ancak en büyük mutluluk o gecenin oluşmasının temelinde olan anne ve babalardaydı… Gece otel odasına gelir gelmez içimde hem mutluluk hem hüzün kendimi düşündüm. Bir yanımızda dostlarımızın nişan ve düğün haberleri ile sevinirken diğer yanımızda ise beklentilerine yenik düşen, birbirini sevemeyen kendimle yüzleştim.  

Sizlerle bayramlarımıza yaklaştığımız bu günlerde tüm kuşakların ortak sorunu olan bu konuda her türlü yargı ve tenkitten uzak sadece düşünmeye yönelik bir yolculuğa çıkmak arzusundayım. Hepimizin anlatacak bir hikâyesi vardır, anlatsak da roman olur. Gelin hep beraber geçmişe gidelim, aşkı, hırsı, ihaneti, yalnızlığı kendi aynamızda izleyelim…

Herkes Çocuğunu İyi Yetiştirmek İster… Ama nasıl?

Anne ve babası onu her zaman ailelerine örnek bir şekilde yetiştirmek için durmadan çalıştılar. Çocukluk dönemi yazları Büyükada’da arkadaş grubu ile geçti. Okul zamanı gelince o da Musevi Lisesi’nde okumaya hak kazanan şanslı gençlerden biriydi. Ortaokul ve lise dönemi boyunca her zaman ailesine yakışır örnek bir öğrenci oldu. Her seferinde hem sosyal yönü hem de derslerindeki başarısı ile etrafının takdirini topladı. Okul döneminde gençlik derneklerinde aldığı görevlerle de farklılığını gösteriyordu. Müziğe ve edebiyata özel ilgisinin dışında iyi bir sayısal öğrencisiydi. Nitekim ÖSS sınavı sonrasında da kendini Teknik Üniversite’nin amfisinde buldu. Artık cemaat yaşamı, yazları Büyükada maceraları ve en önemlisi de lise arkadaşlarından bambaşka bir dünya onu bekliyordu…

Yaşamındaki en büyük değişikliği üniversitenin ilk yılında yaşadı. Artık küçükten beri tanıdığı arkadaşlarının yanında hafta sonları görüştüğü, derslerde yardımlaştığı üniversite çevresi vardı. Zorlu ders yaşamı onu ilk olarak dernek, sevgilisi ve okul arasında bir seçim yapmak zorunda bıraktı. Okul arkadaş grubundan üç genç Beyoğlu’nda bir rock barda sahne alıyorlardı. Finaller sonrası kutlama için bir akşam onları dinlemeye gittiler. Ne olduysa o akşam oldu… Solist ile yakınlaştılar, daha sonra bir başka bara devam ettiler ve annesine bir mesaj atıp o gece arkadaşlarında kaldı. Ertesi sabah sevgilisinin mesajlarına, aramalarına cevap vermedi. Aklında halen İstiklal Caddesi’nde yağmurda yaptıkları yürüyüş, kulaklarında solistin Yüksek Sadakat’ten söylediği “Katil ve Maktül” şarkısı ve içinde keşfedilmeyene doğru bir kıpırtı içini kemiriyordu. O akşam sevgilisinden ayrıldı. Artık her çarşamba eve “Arkadaşımda ders çalışmaya kalıyorum” deyip soluğu solistin yanında alıyordu. Bu duruma tepki gösteren çocukluk arkadaşları da onun yanından yavaş yavaş uzaklaştılar. Ailesi bir süre sonra durumu fark etti, onu yönlendirmeye çalışsalar da her seferinde durum onun evi terk etmesine gidecek kavgalarla sonuçlandı. Bir ara kendisiyle de çelişti, etrafına baktı,  ama artık ne o eski günler ne de eski arkadaş çevresi kalmıştı. Yaşadığı yasak aşk kısa sürmüş ama ondan kendisi dâhil birçok şeyi almıştı, artık geri dönmek için çok geçti…

Peki, sizce bu hikâyede nasıl herkes için bir mutlu son olabilirdi? Şu anki durumda ne anne baba, ne kız ne eski sevgilisi ne de yasak aşkı mutluydu. O zamana kadar kendi içinde yarattığı profil, olmak istediği kişi beklentileri ile çakışmış o aslında bir başkası olmuştu. Mutsuzluğunun sorumluluğunu kimi zaman ona her şeyin en iyisini vermek isteyen ailesine yüklese de o da bu maceranın sonunda ıssız kadın olmuştu…

Geçtiğimiz günlerde yapılan bir toplantının konusu “Nasıl bir genç profili istiyoruz?”  idi. Her kurumun sözcüleri özellikleri sıraladıktan sonra ortaya çıkan tablo bize mükemmel ama bir o kadar da imkansız bir profil verdi. Kendi kendimize ‘acaba içimizde hem yüksek lisans mezunu, hem birkaç yabancı dil bilecen, hem sanatla ilgili, hem dini ve kültürel bilgileri kuvvetli, hem lider ruhlu, öğrenmeye açık, hem dünya insanı kısaca mükemmel üstü kaç dindaşımız var?’  dedik.

Her anne baba çocuğunun en iyi okullarda okumasını, iyi bir sosyal çevrede büyüyüp iyi bir iş yaşamı olmasını ve en önemlisi de iyi bir hayat kurmasını arzu eder. Bütün bunları yaparken beklentiler hep en üst düzeydedir. Peki, konu kadın-erkek ilişkisi olduğunda nasıl bir beklenti içindeyiz?  Çoğu zaman farklı beklentilerle birbirimizi anlamakta güçlük çekiyoruz. Kimimiz aynı çevreden birini farklı bir gözle görmekten çekiniyor, kimimiz ise farklılığı, yasak elmayı, macerayı her şeye rağmen tercih ediyor. Hatta arzu edilen profilin dışında olup hayatından oldukça memnun olanlarımız da var. Uzun bir ilişki sonrası aradığını bulamayanlar ya da doğru kişiye daha hiç rastlamamışlar çareyi farklı çıkış kapılarında arıyorlar.

Her insanın değerlerine hitap edecek bir giriş kapısı mutlaka vardır. Yapmamız gereken temel değerlerimizden ödün vermeden bu kapıları aralamaya çalışmaktır. Beklentilerimizi yok saymadan ama her zaman da en öne koymadan birbirimizi anlamaya çalışmak bu kapıları aralayabilir. Talmud’a göre bir oğlan çocuğuna hamile kalınmadan 40 gün önce göklerden çıkacak bir ses, doğacak çocuğun ileride kimin kızıyla evleneceğini duyurur. Bu tam anlamıyla cennetten yapılan bir eşleşmedir. Siz de daha onunla karşılaşmamışsanız bırakın aksın hayat, çıkışı başka kapılarda aramayın. Hiç beklemediğiniz bir anda beklemediğiniz biri size aşka giden kapıyı ardına kadar açacaktır…