Üstünüzden tank geçerse ne yaparsınız?

Bazen hayatta üstünüzden tank geçer. Yamyassı olursunuz. Tankı kim kullanıyor, sorusunu sormadan, hatta hesap bile soramadan eski halinize dönmeye çalışırsınız. Arkanıza bile bakmaktan korkup yerden doğrulmaya çalışırsınız; ileriye bakmak istersiniz.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
16 Haziran 2010 Çarşamba

Bazen hayatta üstünüzden tank geçer. Yamyassı olursunuz. Tankı kim kullanıyor, sorusunu sormadan, hatta hesap bile soramadan eski halinize dönmeye çalışırsınız. Arkanıza bile bakmaktan korkup yerden doğrulmaya çalışırsınız; ileriye bakmak istersiniz.

Zira herşeye rağmen insanoğlu var olmaya kodlanmıştır, istisnalar dışında. Hayata sarılmayı dürtüleyen bu yegâne araç, insanın içindeki iyimserlik refleksi olsa gerek.

Dünyanın en güzel mekânlarından birinde, Dersaadet’in o güzelim Boğaz sahilinde bir açık alanda on beş bin Türk’ün “Eric Clapton ayinine” büyük coşkuyla katıldığını gördüğünüzde yerden doğrulmaya başlarsınız. Clapton, elektrikli gitarına her kökünden abandığında, siz de ‘iyi ki yaşıyorum’u haykırırsınız.

Zira insan iyimser olmak ister; yaşamak, oksijen almak, kötünün yarattığı zalim iklimi gücünün yettiği kadar tekmeleyerek uçurumdan aşağı itmek ister. O zaman, Eric Clapton’a geçici iyimserlik aşısını sunduğu için de şükranlarınızı iletirsiniz.

Hayata ilkin, tankı üzerimizden geçirdiği için öfkelenir, sonra da ‘Clapton ayini’ için teşekkür edersiniz.

Maç berabere bitmiştir o an.

Lakin, ya sonra o melun gölü kim atacaktır?

***

Filozof Wilhelm Leibniz, “mümkün dünyaların en iyisi yaşadığımız dünyadır ve daha iyisi yoktur” derken kötümserlere iyimserlik çiçeğini göndermeye çalışmıştı. Ama hemen de etrafındaki kuşkucu arkadaşları tarafından alaya alınmıştı. Voltaire, ‘Candide’ adlı eserinde Leibniz’in “mümkün olan dünyaların en iyisinde” olan biten bütün felâketleri anlatarak Leibniz’i söylediğine pişman edecekti.

Leibniz, yaşadığımız dünyanın en iyisi olduğu fikrine sadece akla dayanan kanıtlarla inanmıştı. Şöyle ki, “Tanrı her şeye kadir, hem de ahlâken kusursuz olduğuna göre mümkün dünyaların en iyisini yaratmıştır”, mantığından hareket etmişti. Bu nedenle Tanrı’nın en iyisi olmayan bir dünya yaratmış olamayacağına inanmıştı.

Voltaire ve tüm çağdaş filozoflar, “işler tıkırında mı yani hey Leibniz?” diyerek onu aşırı iyimserlikle hatta gerçekleri görmemekle suçlayacaklardı. Oysa Leibniz dünyada kötülüğün bulunmadığını düşünmüyor, sadece Tanrı’nın en iyisini yarattığına güveniyordu.

Başka bir deyişle Leibniz, ne bardağın yarısının dolu, ne de boş olduğuna inanıyordu.

“Bardakta ne görüyorsanız, odur” diyecekti.

Gerçekleri  olduğu gibi kabullenmek… Ne aşırı iyimser ne de kötümser olmak! Zira başka bir dünya yok!

Hayata sarılmak, tökezlediğinde de, yere düştüğünde de hatta “üstünden tank geçtiğinde” bile ayağa kalkmayı çalışmak lâzım mutlaka.

“Kötü”ye karşı elinizdeki yegâne silah belki de bu! O’na rağmen yaşama sarılmanız, teslim olmamanız, pes etmeyip, “varım, yaşıyorum işte, korkmuyorum senden” demek lazım…

***

Trafik kazasında can veren üç arkadaş cennet kapısında yollanacakları yerlerin belirlenmesi için beklemektedir. Bir melek gelir ve tabutların başında aile ve dostlarının kendileri için neler söylediklerini duymayı arzu ettiklerini sorar.

“Umarım” der ilk adam, “herkes benim için iyi bir doktor ve aile babasıydı” der.

İkincisi, “Bir öğretmen olarak pek çok çocuğun hayatında önemli bir fark yarattığımı söylemelerini isterim” der.

“Bense birilerinin”, der üçüncüsü, “Aa! Bakın kımıldadı!”dediğini duymak isterim!..  (Bu fıkra, Aylak Kitap Yayınevi’ne ait Thomos Gutheart ve Daniel Klein’in yazdığı “Felsefeyi mizah yoluyla anlamak” kitabından alınmıştır.)

İşte varolma savaşı; işte hayata sonuna kadar bağlanma ve sarılma uğraşısı.

İnsan, hayatı terkederken bile böyle direnmesi gerekiyor belki de!

‘Şeytan’ o zaman bizden korksun işte!