Haset

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
23 Haziran 2010 Çarşamba

İnsanı kemiren bir duygu var. Haset. Kıskançlık değil dikkat edin… Haset bambaşka bir şey. İnsanın sahip olmadığını bildiği şeye karşı özlem duyması gibi bir şey... İçeriğinde biraz aşağılık duygusu barındırıyor. Biraz özlem... Biraz küskünlük... Biraz karşıdakine garez, biraz da bu duygunun yarattığı suçluluk duygusu. Kendi varlığını veya yeteneğini yeterli bulmayıp bir başkasının aynı özelliklerine odaklanmak ve bundan üzüntü duymak haset… Sınav listelerinde kendi adından önce rakibin notunu aramak gibi. Gün bitiminde trafikte sıkışıkken kendi gününü değerlendirmek yerine rakibinkini düşünmek gibi... Rakibin üstünlüğü kişinin kendi esenliğini etkilemese de insan artık kendine değil, karşısındakine odaklanmıştır bir kere! Kendi mutluluğunun, rakibin mutluluğu tarafından gölgede bırakılması, kendi durumunu aşağılık bir pozisyona sokmaktadır. Zira insanın kendiyle ilgili konumlaması esas olarak başkalarıyla karşılatırınca nerede olduğu ile ilgilidir. Haset, rakibin iyi talihini tahrip etmeye odaklar insanı. Haset acı çektirir... Zira haset edilen kişi çoğu zaman insanın yakınıdır, arkadaşıdır, komşusudur...

Sadece aradaki farkı daha iyi görebilmek için biraz da kıskançlıktan bahsedelim... Özsaygısı düşük olan kişiler, sahip oldukları varlıkları sürekli kaybetme endişesi duyarlar. Kıskançlıkta, hasedin tersine, bir hasıma odaklanma yok. Kıskanç kişi sadece sahiplendiği şeyleri kaybetme endişesi yaşar. Çocuğun, kardeş sahibi olunca annesini kıskanması gibi... Kıskanç kişi, aldatılma ihtimaline veya gerçeğine karşı kızgınlık duyar. Adamın güzel eşinin kıyafetini çok yakıştığı halde davetkâr bulup çıkarttırması gibi…  En aşırı vakalarda ise güvensizlik ve suçlama devreye girer. Kıskançlık bencil bir duygu. Sadece insanın kendini ve sahip olduklarını kapsıyor. Gözünü başkasının tanım kümesine dikmiyor. Aşırı kıskanç insanlar ise hayatta sahip oldukları kadar, ellerinin tersi ile ittikleri ve burun kıvırdıkları fazlalıkların da kendilerinden yavaşça uzaklaşmasından kıskançlık duyar. Zamanında terk edilen sevgilinin nihayet mutlu bir evlilik yapması gibi... Zoraki bir biçimde yapılan yönetim kurulu görevinin nihayet geri alınıp başkasına devredilmesi gibi…

Kısacası, ‘kıskanç değilim, sahip olduğum her şeyi koruyabilirim, boğmam’ diyebilmek çok da zor değil. Hatta pek çok insan gerçekten de özgüveninin tam olduğu konularda hiç bir kıskançlık yaşamaz. Örneğin eşini kıskanmaz, başkalarının varlığını kıskanmaz. Çünkü kendini kafasındaki konumlama ile beğenmektedir. Veya gururla tatlı bir kıskançlık duyduğunu itiraf eder, “Ben kıskancım arkadaş” der, geçer.

Haset (invidia) ise utanç verici bir duygu. Yedi büyük günahtan biri... Kimsenin itiraf edemediği, hatta kelimelere dökemediği bir duygu. Psikolojide bazıları onu duygudan bile saymıyor. Hasedin olumlu bir duyguya dönüşmesi zor. Ben elime kağıt kalem aldım. Kıskandığım hiç bir şey bulamadım. Haset ettiklerimi yazıya döktüm. Çözmek için ilk adım o sanırım: fark etmek. Bunu herkes hayatının bir döneminde yapmalı. Ülkeler de şirketler de yapmalı. Hasetten kurtulmak için illa ki hasımdan kurtulmak gerekmiyor. İnsanlar da, ülkeler de birazcık tutumunu ayarlayarak, biraz da düşüncelerini kendine yoğunlaştırarak içini kemiren bu küskünlük ve eziklik halinden sıyrılabilir… Zira hayat öyle de geçiyor, böyle de...