Canım kardeşim

Luiza UÇKİ Köşe Yazısı
2 Şubat 2011 Çarşamba

Avraaam ve Roza çifti minik oğulları Mando’nun doğumundan üç sene sonra tekrar bir bebek müjdesi yayarlar dört bir yana ve nihayetinde biricik kızları Ronit dünyaya gelir.

Onlar son derece mutlu bir ailedir. Avraam “Bir kızım, bir oğlum ve sevgi dolu bir eşim var. Var mı benden zengini bu dünyada?” der. Çok şükür o dönemin şartlarında standart ve mazbut bir hayat sürerler. Bayramların coşkusunu takarlar bedenlerine ve mutluluğun yuvalarının merkezinde salına salına raksetmesine izin verirler.

Yıllar su gibi akıp geçer. Mando asker dönüşü evlenir. İki kızı olur. Çok okumadığından bir fabrikada işçi olur. Kıt kanaat ailesinin geçimini sağlar. Ronit ise daha şanslıdır. Bir doktorun yanında sekreterliğe başlar. Doktorun kalbini çalar ve onunla dünyaevine girip güzel bir yaşama kavuşur. Anneleri babaları da onların bu hallerinden memnunlardır. İki çocukları da evli, barklı, çocuklu ve mutludurlar. Artık yaşlanmışlardır ve birkaç sene içinde bu dünyaya gözlerini yumarlar.

İki kardeş seçtikleri hayat arkadaşlarıyla birlikte her geçen gün yavaş yavaş artan bir aralık koyarlar aralarına. Ronit kocasına hayrandır. Hep onun isteklerini yerine getirmeye çalışır. Gözleri ondan başkasını görmüyordur. Hayat durmuştur onun için adeta. Sadece dönen eşi ve o vardır. Kocası da baskın bir karakterdir. Hep onun ailesiyle görüşülür, onun dostlarıyla vakit geçirilir. Onu tüm eski yaşantısında soyutlar. Ronit mutludur. Hiç şikayet etmez.

İlk yıllarda bu önemli bir sorun değildir. Ancak bir gün Mando’nun çalıştığı fabrika kapanır. Birkaç ay işsiz kalır. Eşi,  bir gece uyanır. Mando’nun uyumadığını fark eder: “Çok düşüncelisin. Üzülüyorum. Neden Ronit’ten yardım istemiyorsun? O, senin kızkardeşin. Kardeşlik ne demektir biliyor musun? O mutsuzken mutlu olamamak, her derdine paydaş olmaktır. Git ve ona söyle. Kız nereden bilsin durumunu”, diye belirtir. 

Mando, son çare onun evine gider. Ronit kapıyı açar. Önce sarılır, öper. Sonra ona kahve yapar. Mando’nun kalbı küt küt atmaktadır, ellerinden terler boşalır. Bir hamle bekler canı gibi sevdiği kardeşinden: “Nasılsın? Bir derdin mi var?” gibi.

Ronit o kadar kendi dünyasındadır ki, gözleri tüm bu olanları göremez bile. Hep kocasının başarılarından bahseder: “Biliyor musun? Başhekim oldu. Şimdi yurtdışına gideceğiz. Konferanslar verecek. Çok heyecanlıyım. Merak etme senin kızları da unutmam. Onlara güzel kıyafetler getireceğim. Halalarıyım onların.” diye belirtir. Ardından cep telefonu çalar: “Tamam hayatım, hemen” deyip Mando’ya döner. “Canım çok işim var. Akşam yemeğe misafir çağırmışlar. Üst düzey profesörler ve eşleri gelecek. Gidip havyar almalıyım. Kasap işim de de var. Kızmazsın değil mi? Beni arabayla götürür müsün?” diye sorar. Mando “Yok, ben arabayı sattım”, deyince Ronit nedenini bize sorma zahmetine katlanmaz. Hızla çıkarlar. Bu, senelerce aynı yuvada büyümüş iki canciğer kardeş ayrı kutuplara yol alırlar. Birinin tasası farklı, diğerininki apayrı...

Mando eve hışımla girer. Odasına çekilir. Eşiyle bir karar verirler. Bu ülkeyi terk edecek ve yeni bir hayat kurmak için eşinin ailesinin yaşadığı ülkeye göç edeceklerdir. Hazırlıklar tamamlanır.

Mando ve ailesi doğup büyüdükleri yeri terk ederler. Ronit birkaç gözyaşı döker, çabucak unutur gider.

Yine seneler su gibi akıp geçer. Ronit, aynı Ronit’tir. Mando ise ailesine yeni bir hayat kurmuştur tırnaklarıyla. Bu ayrılıktan tam on yıl sonra Ronit’in eşi kalp krizi geçirip bir anda bu hayata gözlerini yumar. Ronit bir çırpıda yapayalnız kalıverir.

Eş dost bir hafta uğrar ama sonra kocaman bir yalnızlık başlar. Bir kişi bile kapısını vurmaz olur. Tek başına çıldırmak üzereyken bir komşusu uğrar: “Senin için çok üzülüyorum. Çoluk çocuk yok. Keşke bir kardeşin olsaydı? Kardeş işte en çok bu zamanlarda şart. Nasıl destek olurdu sana?” diye belirtir. Ronit; “Benim bir ağabeyim ve iki tane yeğenim var,” deyince tüm bedeni bir anda huzurla dolar: “Ağabeyim canım o benim, Mando. Ne çok severdik biz birbirimizi! Hiç kavga etmezdik. O, hep beni kollardı. Hep sever koklardı. Nasıldır acaba? Tamamen koptuk. Niye böyle olduk bilmiyorum? Çok özlemişim onları çok,” diye dert yanar ve koşup telefona sarılır. Telefondaki ses canı gibi sevdiği ağabeyidir: “Mando. Canım kardeşim, canım benim.” der demez hıçkırıkları boğulur. Kolay değil tam on sene olmuştur, görüşmeyeli. Hasret kolay bir ateş değildir. Yürekleri yakan her geçen gün şiddeti artan kor bir alev gibidir. Mando ise herşeyi unutmuştur: “Ronit, canım kardeşim! İyi misin? Nasılsın? Birşeye ihtiyacın var mı? Seni çok özledim çok. Küçük bir kızken bana ne derdin hatırlar mısın: ‘Ben senin evlenmene izin vermeyeceğim. Senden ayrı kalamam,’ derdin. Şimdi çok ayrı kaldık, çook!” diyerek o da duygu sağanağına kapılır.

Ronit, “Hayır, Bundan sonra ayrı kalmayacağız. Göreceksin bu yılları nasıl telafi edeceğimi göreceksin. Bir daha asla bu hataları tekrarlamamam ve senden ayrı bir hayata  evet demem” diye belirtir.

O da ağabeyinin yanına taşınacaktır. Beraber seneler sonra yeniden mutlu olup hayat paydaşı olacaklardır, olması gerektiği gibi…

Not: Kardeşlik, nasıl güçlü nasıl sihirli bir duygu selidir! Onun sesini bile duymak bazen ilaçlardan daha çok şifa dolu bir iksir gibidir adeta. Ancak kardeşlerimize gerektiği önemi vermezsek, onların sorunlarına ortak olmazsak sonra dönüşü olmayan bir yola girip kendi bindiğimiz gemiyi yavaş yavaş batırmış olmaz mıyız? Sevelim, sevilelim. Hayat böyle çok daha güzel. Hepimize bol aile kokulu bol kahkahalı sevgi dolu günler dilerim…