Öyle bir geçer zaman ki…

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
2 Şubat 2011 Çarşamba

Bu sezon ekran, Ali Kaptan’ın acımasız kalbiyle buz gibi oldu. ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ adlı dizide başrol oynayan Erkan Petekkaya’nın kendisi de böyle bir rolü nasıl oynadığına şaşırıyor. Eşini yabancı bir kadın uğruna terk edip, çocuklarını, annesini ortada beş parasız bırakarak, hatta onları yaşadıkları evden atarak, oğlunu polise teslim ederek, eski eşine şantajlar yaparak yaşayan, acı çekmekten, çektirmekten ve insanlara eziyet etmekten vazgeçemeyen bir karakter. Ali Kaptan’a bakınca bir insan tamamen iyi ya da tamamen kötü olabilir mi, diye düşünmeden edemiyor insan.

Ailesine yapılabilecek neredeyse tüm kötülükleri yapan, içinde merhamet olmasına hiç kimseye zerre kadar yakınlık göstermeyen, egoistliğinden başka bir şey hissetmeyen bir adamın, toplum baskısına, çevre kabulüne aldırmaksızın bildiğini okuması ve insanların bunu izlerken bundan zevk alması nasıl bir iştir?

Romantik akımın en önemli özelliği, iyilerin tam iyi kötülerin de tam kötü olmasıdır. Bu akımın etkisiyle yazılmış tüm roman ve oyunlarda iyilerin karşısına kötüler, güzellerin karşısına çirkinler, doğruların karşısına da yanlışlar dizilmiştir. Romantiklerin en büyük savunması, “En iyi kural, kuralsızlıktır” fikridir. İnsanın duygularını ve sonsuz yaratma gücünü harekete geçiren bu fikirle sayısız eser vermişler ve realizme kadar yüz yıl boyunca insanlığı ağlatmayı, onları acıtmayı, ölümü onlara çekinmeden göstermeyi başarmışlardır.

Romantizmle bizim haşır neşir olmamız, Tanzimat’la birlikte başlar. Namık Kemal’in romanı İntibah, edebiyat tarihinin ilk edebi romanıdır. Ana kahraman, yirmi bir yaşında İstanbullu Ali Bey’dir. Romanın başından sonuna kadar yanlış işler yapar, yanlış kadını sever; kendisini seven herkese, annesine, yakın dostlarına, ona aşık olan Dilaşup’a haksızlık eder. Dilaşup ise romanın serapa iyi kadını, güzel yetenekli bir cariyedir. Romanın sonunda Ali Bey’e aşık ve düşkün bir kadın olan Mahpeyker’ in onu bıçaklayarak öldürmesiyle yaşama veda eder. Gerçeği anlayan Ali Bey de aynı bıçakla Mahpeyker’i öldürür.

‘Yirmi birinci yüzyılda yaşayan insanın ihtiyaçları iki yüzyıl öncesinden farklıdır,’ diye düşünebilirsiniz; ama değil sanırım. Baştan ayağa bencillik ve insafsızlıkla dolu bir eş ve babanın bölümler boyunca yaptıklarına en ağır sözlerle karşılık verip eski eşin ve çocukların haline iki saat boyunca gözyaşı döken bir izleyici kitlesi var bu ülkede. Üstelik dizide Ali Kaptan’ın eşi de sevgilisini bıçaklayarak öldürmeye çalıştı; ama senaryo gereği metres durumunda olan kadın ölmedi. Yapacağı daha çok kötülük, izleyicinin dökeceği daha çok gözyaşı vardı.

Demek ki biz başkalarının acılarıyla yaşamayı, gerçekte var olmasa da yaşanması mümkün diyip olağan üstü hikâyelere ağlamayıhâlâ çok seviyoruz. Hâlâ yaşamın acı tatlı yönleriyle bir bütün olduğu gerçeğini görmezden geliyoruz.

İşin en tuhaf yanı da bu tür senaryoların yaş farkı gözetmeksizin tüm toplum tarafından ilgi görüyor olması. Ali Kaptan’ın en küçük çocuğu Osman’ı oynayan Emir Berke Zincidi, daha bu yaşta olağan üstü bir oyunculuk performansı göstererek gelecek vadeden küçük bir oyuncu. Bu dizideki rol için iki yüz aday çocuk arasından seçilmiş, canlandırdığı role son derece uygun bir çocuk. Diziyi izleyenler Osman’da büyük olasılıkla kendi çocukluklarından bir şeyler buluyor; ama işin en ilginç yanı, lise sıralarında kız öğrencilere, “yeni yıldan neler bekliyorsunuz?” diye sorulmuş. Karşılığında da “Osman gibi bir oğlum olsun,” cevabı alınmış.

Bugünün Türkiyesinde lise sıralarında okuyan genç kızların zihnindeki çocuk modeli, Osman olmuş. Gözü yaşlı, sevilmeye muhtaç, acı çeken, arabesk hikâyelerden bir türlü kendini kurtaramayan Osmancık, geleceğinin anne adaylarının hayalini şimdiden süslemeye başlamış bile.

Tanzimat’tan bu yana insanların hayata bakışı, hayattan beklentileri; sevdikleri, sevmedikleri; güldükleri, ağladıkları, hayatı algılama şekilleri ne kadar değişmiş, tartışmak lazımdır. Yaşamın realitelerini zorlayan senaryolar, izleyicilerin yaşam gerçeği halini almaya başlarsa, bu tür dizilere, öyle bir geçer zaman ki, yerine farklı bir isim aramanın daha doğru olacağını düşünüyorum.