Yani, gibi, sanki, belki...

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
6 Ekim 2010 Çarşamba

“Yaşamak şakaya gelmez, / büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın / bir sincap gibi mesela,  / yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, / yani bütün işin gücün yaşamak olacak.”

Böyle diyor Nazım Hikmet.

Bir sincabın sessizlik ve büyük bir dikkat içinde hayatı nasıl dinlediğini getirin gözünüzün önüne. Küçük, cin gibi gözleriyle sanki hiçbir şeye dikkat etmiyor gibiyken belkide her şeyi bir anda gördüğünü fark edemezsiniz bile...

Bizse yaşamın içinde onu unutarak yaşıyoruz. Ödenecek faturalar, ajandamıza aylar önceden kaydettiğimiz ayrıntılar, yazılacak raporlar, katılacağımız toplantılar ve daha binlerce iş güç arasında kaybolup gidiyoruz.

Küçücük bir sincabın nokta gözlerine sığan o kocaman dünya, bizim için bir kağıt parçası, bir telefon teli, bir bilgisayar ekranı olmaktan öteye gidemiyor bazen.

Çok yorgun olduğumuzda bir yere kaçıp gitmek ve sadece kuş ya da deniz sesi duymak, bir orman serinliğinde kaybolmak, mümkünse bir şey okumadan öylece durmak isteriz. Zihnimizdeki tüm seslerden yavaş yavaş arınmanın hayalini kurarız. Hayatın içinde ertelediğimiz ayrıntılarımızı sakladığımız yerden birer birer çıkarır, onlara dokunuruz. Anılarımızı yeniden yaşar, hayallerimizin gerçekleştiği anları gözümüzde canlandırır, onlar gerçekleşmiş gibi mutlu oluruz. Sanki hayat çok uzundur ve sanki içinde bulunduğumuz o bir dakikalık zaman, her zamankinden daha yavaş ve gönlümüze göre geçmektedir. Bu hayata yoğunlaşma çabasının içinde işler bazen değişebilir:

“Yaşamayı ciddiye alacaksın, / yani o derecede, öylesine ki, / mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, / yahut kocaman gözlüklerin, / beyaz gömleğinle bir laboratuarda / insanlar için ölebileceksin, / hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, / hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, / hem de en güzel en gerçek şeyin / yaşamak olduğunu bildiğin halde”

İnsan her zaman yalnızca kendi için yaşamaz hayatı. Sevdikleri, değer verdikleri, onu kendi yapan güçlü bağları vardır, tanıdıkları vardır, hatta tanımadıkları... Tanıştıkları vardır, hiç tanışmadıkları... Tam da bir sincap dikkatiyle yoğunlaşmayı öğrendiğini düşünürken, tanımadığı birileri için o hayatın yönünü tamamen değiştirebilir insan. Aklında olmayan, planlamadığı bir şekilde yaşayabilir hatta ölebilir belki de.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, / yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, / hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, / ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, / yaşamak yani ağır bastığından.

Ama belki de yalnızca kendi için yaşar.

Sadece yaşadığının farkına vardığı için...Sadece kendini mutlu etmek için...

Oturur bir şarkı sözü yazar, bir bardak çay koyar kendine, bir çiçeğe su verir, bir film izler, ağlar, gülümser, amaçsızca oturup boşluğa bakar belki de...

Ünlü olmak için değil, karın doyurmak için değil, iyilik yapmış olmak için değil, iş olsun diye değil, takdir edilmek için, sevilmek için, sayılmak için hiç değil...

Belki de en çok kendini sevdiği için...

Yaşama kendi imzasını atmak istediği için.

Önce kendi yaptıklarını düşünmek, unutmamak, onlara yenilerini eklemek için.

Sanki yarın yokmuş gibi, sadece kendi için yaşamak adına belki...

Yaşamı hem çok ciddiye alıp hem de onu yaşarken onunla dalga geçerek...

Sadece yaşamak ağır bastığı için...