Paris’ten insan manzaraları

Ester YANNİER Köşe Yazısı
2 Mart 2011 Çarşamba

Gittiğim yabancı ülkelerde turist gibi olmaktansa yerel halkla birlikte hareket etmeyi çok severim… Böylece insanların yaşamlarını gözlemleme merakımı bir nebze olsun gidermiş olurum…  Sokak sokak gezerken evlerin pencerelerinden içeriye bakmak, toplu taşıma araçlarındaki, lokantadaki, kafelerdeki  insanları izlemeyi çok severim. Oralı olmak acaba nasıldır? Bizden ne kadar farklı bir yaşam sürüyorlar? Evlerinde yaşamları nasıl geçiyor?

Geçtiğimiz haftalarda Paris metrolarında insanları gözlemledim… Beyazı, siyahı, kızılı, sarısı, etnik kıyafetlisi mini şortlusu, başı örtülüsü, açığı hepsi bir arada yaşıyorlar… 

Ancak bu farklı insan renkleri gittiğiniz istikamete göre farklılık gösteriyor…  Kimi durakta siyahiler ağırlıktayken, bir diğerinde renkler azalıyor Fransızlaşabiliyor… En güzeli de Türkçe konuştuğumuzu duyan bazı gurbetçilerin, bıyık altından gülümsemeleri aralarında ‘ biz de Türküz’ demek ister gibi bizlerin duyabileceği şekilde yüksek sesle konuşmaları... Vatan havasına öyle bir hasret var ki içlerinde, bir yudum da olsa solumak için kim bilir nasıl da istiyorlardı hangi şehirden geldiğimizi öğrenmek, iki kelime sohbet etmek… Merak bu ya ben de onlar kadar nereden, neden orada olduklarını,  ne yaptıklarını ve orada yaşamlarının nasıl olduğunu sormak isterdim ama yazık ki gideceğimiz durağa gelmiştik bile… 

Metrolarda akın akın insanların, farklı dillere, farklı aksanlarda Fransızca sohbetleri duyabiliyorsunuz… (bu arada Frankofon olmanın avantajını yaşadım) İnsan ana dilinden pek de uzaklaşamıyor aslında…

Metro duraklarında vagonlara konuk olan müzisyenlerin hepsi geldikleri ülkelerin müziklerinden verdikleri mini konserleri büyük bir keyifle dinledim. Akordeon sesiyle geçmişe giderken, vagon hoparlöründen yayınlanan Hint müziğine anlam veremezken,  müziğin aslında hemen yanı başımdaki ufak tefek bir kadın tarafından seslendirildiğini farkettiğimde hayrete düştüm… Başka bir gün İspanyolca bildiğimiz ezgilere eşlik ederken buldum bir anda kendimi…

Bir de ülkemizde pek de yaygın olmayan bir konu dikkatimi çekti. Hani birçoğumuzun dikkatini çekmiştir, yazlık tatil yörelerinde yabancı turistlerin güneşin alnında kitap okumaları… Paris metrolarında bırakın yolculuk edenleri, durakları mesken tutan evsizlerin bazıları bile kitap okuyor…

 Benzer bir manzara ile San Francisco’da da karşılaşmıştım… Kitap okuyan bir dilenci… Ne kadar tezat değil mi? Bir evsize veya bir dilenciye hiç kitap vermeyi düşündünüz mü? Deneyeceğimden emin olabilirsiniz… 

Trafik sıkışıklıklarında sohbet etmeyi neredeyse alışkanlık haline getirdiğim taksi şoförlerinden de merak ettiğim gerekli-gereksiz birçok konuda bilgi sahibi olurum…  Örneğin banliyöleri hariç Paris’in içinde sekiz milyon insanın yaşadığını, İstanbul’un aksine sadece iş yerlerinin yoğunlukta olduğu semtlerin olmadığını öğrendim. Ayrıca çok sevdiğim Dalida’nın evi olduğu için sanatçılar tarafından tercih edilen Montmartre ve civarındaki ev fiyatlarının yükseldiği, pek çok insanın taahhütte bulunduklarını yerine getirmediği için Cumhurbaşkanı Sarkozy’yi desteklemediği gibi konularda da bilgi sahibi oldum…

 Aşk şehri Paris’te diğer her şey bildiğiniz gibi…