Tunus’taki Yasemin değil, Aşk-ı Memnu devrimi!

Ocak ayının ilk günlerinde Tunus’ta başlayan halk hareketinde, her devrim hareketinde olduğu gibi ekranlarda en çok göze çarpan ve tekrarlanan manzara, meydanlarda toplanan çoğu genç kalabalığın özgürlük isteğiydi. Peki, Tunus’ta son bir senede ne değişmişti ki halk bu kadar cesaretlenmişti?

Mois GABAY Kültür
9 Mart 2011 Çarşamba

Tunus çok kültürlü birliktelik konusunda nasıl bir görüş içinde dersiniz?

 

Ocak ayının ilk günlerinde Tunus’ta başlayan halk hareketlerini ekran başında izlerken şüphesiz benim gibi Kuzey Afrika ülkeleri ile iş yapan birçok kişi hop oturup hop kalkıyordu. O günlerde her devrim hareketinde olduğu gibi ekranlarda en çok göze çarpan ve tekrarlanan manzara, meydanlarda toplanan çoğu genç kalabalığın özgürlük isteğiydi. Peki, Tunus’ta son bir senede ne değişmişti ki halk bu kadar cesaretlenmişti? Uzmanlar bir yandan devrimin etkilerini tartışadursun ben sizlere Tunuslu misafirlere rehberlik yaptığım 3-4 yıl sürecindeki kişisel deneyimlerimi aktarmaya çalışacağım.

2010 yılında Türkiye, Tunuslular için en prestijli tatil destinasyonlarından biriydi. Her gün ihraç ettiğimiz diziler sayesinde özellikle balayı çiftleri, alım gücü yüksek mühendis, doktor aileler için İstanbul artık Paris’ten bile daha çekici bir şehir olmuştu. Havalimanı çıkışı otobüste kendimi “Mois” yerine “Moussa” diye tanıtmam, ardından içinde bolca “İnşallah ve Maşallah”ın bulunduğu cümlelerim, onların yüzünde ilk tebessümün olmasına yetiyordu. Hele bir de ardından “Ben onların yeni fenomeni Kıvanç Tatlıtuğ’un (dizideki adıyla Muhammed’in) kuzeniyim” dediğimde otobüste bir kahkaha ile birlikte Tunuslu misafirlerimiz daha da havaya giriyorlardı. Tunuslu gençlerin en çok sevdikleri turların başında Boğaz turu ve gece İstiklal Caddesi gelmekteydi. Her iki gezide de bir yanda camileri, diğer yanda gece kulüpleri ile doğu-batı sentezini gören gençler şüphesiz bu modeli örnek alıyorlardı. Paris’te utana sıkıla gezdikleri Chanel, Louis Vitton mağazalarından sonra ülkemizde aynı mağazalarda güler yüzlü bir şekilde karşılandıklarında artık onlar için İstanbul’un Paris’ten bir farkı kalmamıştı. İstanbul’un onlarda yarattığı bu değişim havası aslında Tunus’taki gerçeklerden çok farklıydı.

Tunus deyince aklıma etrafta aşırı derecede polis bulunan, ana caddelerdeki turistik görkemin arka caddelere gidildikçe kendini sefalete bıraktığı, aynı şehirde iki ayrı şehrin yaşandığı bir ülke geliyor. Sokaklardaki sivil polisler yüzünden iktidar aleyhine konuşamama durumu, Bin Ali’nin şehrin her tarafında asılı kocaman afişleri, elindeki yasemin demetleri ile gece yarısı bar önlerinde bekleyen ufacık çocuklar bize Tunus’un diğer yüzünü gösteriyordu. Tunus dönüşü havalimanında kalan Tunus dinarlarımı Euro’ya dönüştürmek isterken, memurun fişimi kaybetmemi bahane edip izin vermemesi beni bile birkaç günlük tatilimde bu baskıcı havadan bıktırmaya yetmişti.

Tunus’taki devrimin Fas’ta aynı hızda etki göstermemesini anlamak çok zor olmasa gerek… Aradaki en büyük fark, halkın hissettiği daha fazla özgürlük… Fas, Tunus’un aksine daha fazla batıya dönüyor. Bu öylesine bir fark ki, kralın danışmanlarından biri, (André Azoulai) bir Yahudi olabiliyor. Tunus’ta karşılaştığınız baskıcı hava Fas’a gittiğinizde bir Fransız etkisine yerini bırakıyor. Faslılar da Tunuslular gibi Türkiye’yi Aşk-ı Memnu gözüyle görseler de, kendi zenginliklerinin bilincindeler. Faslılara bizi sorduğunuzda “Keşke halen eski kafayla değil de turizmde sizin gibi profesyonel bir anlayışla bu işe yaklaşabilsek…” diyorlar. Fas Yahudi Cemaati kendi yeşivasını kurup, kendi kaşer restoranlarında yemek yiyip çocuklarını rahatça Yahudi olarak yetiştirebiliyor. Kazablanka’da varlıklı bir Yahudi aile kendi benzin istasyonlarının bile sahibi olabiliyor… Peki ya Tunus çok kültürlü birliktelik konusunda nasıl bir görüş içinde dersiniz?

Ülkemizin son yıllarda gerek Kuzey Afrika, gerekse de Ortadoğu ülkelerinde gerçekleştirdiği turizm atağı haklardaki değişimde de büyük rol oynadı. Artık Faslı, Tunuslu bir gencin hayalleri Türkiye’nin şartlarında ileriyi görmek ve bunun imkânsız olmadığının da bilincindeler. Kimileri çoktan bir Türk ile evlenip bu değişimi başlattı. Geride kalanlar ise ülkemizdeki enerjiyi, doğu–batı sentezini kesinlikle artık kabul ettirmek niyetindeler. Faslı ve Tunuslu misafirlerimizden “İstanbul bir Rüya!” sözünü duydukça kendi kendime sormak zorunda kalıyorum. Yurtdışına büyük bir başarıyla sunduğumuz “Aşk-ı Memnu” hayatının aslında biz neresindeyiz? Kent merkezlerinden arka sokaklara gidildikçe beraber yaşama kültürünü ne kadar benimsedik?  Artık Tunuslu bir turist gördüğümüzde simitçisinden rehberine “Yalla Bina Yallah” diyip geçme özgürlüğüne sahip değiliz. Eğer örnek olma şansını yakaladıysak bunu kendi içimizde de hissetmeliyiz. Bir yanda dansözü, faslı, rakısı, diğer yanda Ayasofya’sı, Topkapı’sı ve Boğazı ile biz doğunun ve batının senteziyiz diyebilmeliyiz.

Osmanlı’nın tabiriyle “Mağrip”, Fransızların deyişiyle “Magreb” ülkelerindeki, karanlığın son bulması bedeli ağır olsa da özgürlük adına sevindirici. Dilerim Türk lokumu ve baklavası da bu ülkelerde ağızların tatlanmasında etkili olur, kaos ortamı yerini sevgi tohumlarına bırakır…