Balkon konuşması

Başbakan’ın seçim zaferinden sonra yaptığı “balkon konuşması” 2007’de yaptığı konuşmaya çok benziyordu. Ama öyle bir noktaya değindi ki, işte herkes onun dediğine uyarsa gerçekten de kazanan Türkiye olacaktır.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
15 Haziran 2011 Çarşamba

Son yazımda bahsetmiştim. San Francisco’da, sonbaharda yapılacak bir referandumda 18 yaşından küçük erkeklere kendi rızaları dışında sünnet yapılmasının yasaklanması oylanacak. Eğer kabul edilirse sünneti yapanlara bir yıl hapis cezası verilecek. Aynı yazımda, dini hassasiyetleri olan Yahudilerin hayat tarzlarına karışılmasına da içerlemiştim. Ve bunun inananlar için bir zulüm olduğunu da belirtmiştim.

Mesele, her geçen gün özellikle ABD’de büyük tartışma yaratmaya devam ediyor. Sağlık ile dini özgürlüğün arasındaki ince sınırda dolaşan sünnet meselesinin, bireylerin kendi tasarruflarına bırakılmasının en doğru yol olduğunu düşünmeye devam ediyorum.

ABD’li ünlü sinema oyuncusu Russell Crowe sünnetin yasaklanması gerektiği yönünde fikir belirtince Yahudi çevreler büyük tepki gösterdiler. Geçtiğimiz günlerde, “Sünnet barbarca ve aptalca. Siz kimsiniz ki doğal olanı düzeltiyorsunuz? Tanrı’nın gerçekten bir parça deri bağışına ihtiyacı mı var? Bebekler mükemmeldir” deyince hemen antisemit damgasını yedi.

Dini bir uygulama da olsa bunu eleştiren birini hemen antisemitlikle suçlamak ne derece doğrudur acaba? Biz dünyadaki ve ülkemizdeki antisemitliğin ne olduğunu iyi biliyoruz. Her bir eleştiriden böyle bir sonuç çıkarmak sağlıklı mıdır? Hayır, değildir. Her ne kadar Crowe’un sözleri inançlı Yahudileri epey incitmişse de (kendisi sonra, “yanlış anlaşıldım, kimseyi incitmek istemedim” deyip özür diledi) hemen antisemit damgası vurmak gerçek antisemitlere avantaj sağlamak oluyor!

Her eleştiriyi antisemitizm olarak algılamayı bırakmak lâzım artık!

***

Yine iki hafta önce gazetemizde çıkan yabancı menşeli bir makale kimi okurlarımızın tepkisini çekti. Herald Tribune’de çıkan ve iki Yahudi yazarın, Batı Şeria’da İsrail topraklarına geçmek için kurulan geçiş noktasındaki yaşadıklarını ve hissettiklerini aktaran yazısı bu kez bizim gazeteyi neredeyse Yahudi ve İsrail düşmanı yaptı! Güler misiniz, ağlar mısınız? İsrail ile ilgili genelde basının ‘es’ geçtiği kimi haberleri tarafsızca yayınladığımız için malum çevrelerce ‘İsrail uşağı’ damgasını yiyen gazetemiz, bu kez İsrail’i hafiften de olsa eleştiren bir makaleyi tercüme edip basınca ‘İsrail düşmanı’ oldu, Yahudiliğimizi sorgulayanlar bile çıktı! Karşıtların buluşması mı denir bu duruma acaba?

Ama, bir konuyu iyi biliyorum: Eğer her iki uçtan da eleştiri geliyorsa, doğru yoldayız demektir!...

Özeleştiri yapmaktan kaçınan birey ve toplumların nihayetinde duvara tosladıklarını yazar tarih. Kendilerine güvenmeyenlerin, her zaman sorgusuz sualsiz doğru davrandığına inanların başarı hikâyeleri yoktur aynı tarihte. Tersine sürekli araştıran, kendisine sunulanlara biat etmeyip kendini bile sorgulayanların başarılarıyla doludur. ŞALOM’un, köklerini unutmadan her okurunun hassasiyetini eşit şekilde dikkate alarak çok sesliliğe önem veren bir yayın organı olmasına çalışıyoruz. Bu bağlamda bize karşı, aşağılamadan, küfür etmeden yapılan her eleştiriyi hem kendimizi sorgulamamız, hem de çok sesliliğin platformu olmak adına yayınlama kararımız var. Yukarıda bahsettiğim makaleye gelen bir eleştiri yazısını sert de olsa yayınlamayı, tekrarlıyorum, çok seslilik adına ödev biliyoruz. Gerisini ise, okurun yorumuna bırakıyoruz.

Gönül ister ki, bizim gösterdiğimiz esnekliği kimi okurlarımız da göstersin, çıkan en ufak bir eleştiri karşısında, bağırmasın.

***

BALKON KONUŞMASI

Türkiye genel seçimlerini 3. kez açık arayla kazanan Ak Parti’yi bir kez daha kutlar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ünlü balkon konuşmasında, “bizim sevincimizi başkalarının üzüntüsüne çevirmeyin, kazanan sadece Türkiye’dir” yaklaşımının önemini hatırlatmak isterim.

Schadenfreude (başkalarının üzüntüsünden sevinç çıkarmak) gibi Alman dilinin empati ile ilgili eşsiz güzellik ve derinlikteki kelimesinin anlamını Başbakan’dan duymanın, 3. zaferini elde etmiş bir siyasi liderin, yeni dönemin hemen başında hanesine büyük bir artı puan getireceği aşikâr.

Başbakan’ın bu çizgisini tüm ülke yöneticileri ile basın organları takip ettikçe, Türkiye gerçekten de kazanacaktır.