Tarifsiz yalnızlıklar

 

Avram VENTURA Köşe Yazısı
29 Haziran 2011 Çarşamba

Oktay Akbal’ın Yalnızlık Bana Yasak adlı öykü kitabı, yalnız adıyla değil onun getirdiği çağrışımlarla da okuyucuya seslenirken, herkes bundan kendine bir pay çıkarabiliyor. Bu duyguyu kim, neden, nasıl yasaklıyor gibi sorulara hiç gerek kalmadan...

Kendi payıma, bunaldığım ya da başımı dinlemek istediğim kimi zaman, yalnızlığı ne denli özlesem da, bir başıma kaldığımda kısa bir süre sonra sıkılıyor, yakınımda bir insan sıcaklığı arıyorum. Uzun süre hiç konuşmasak da olur, ama yeter ki o insan ya da insanlar bana yalnız olmadığımı duyumsatsın! Seslendiğimde, yanıt alabileceğimi bilmenin gönül rahatlığı bile, o an mutlu olmam için yeterlidir.

Bu ve benzer düşüncelerimi, uzun zamandır görmediğim, geçenlerde ziyaretime gelen bir arkadaşımla paylaştım. Onun anlattıklarıyla, ortada görünmemesinin nedeni, İzmir’den uzakta bir köyde, bir başına yaşamasıymış! Şöyle bir yakıştırma da yapmıştım kendisine: “Tanrı’ya yakınlaşmak isteyen, insanlardan uzak yaşayan bir münzevi gibisin!” Ona bu davranışının nedenini sorduğumda, üstü örtülü olarak kimi insanlarla yaşadığı düş kırıklıklarını anlattı. Ondan farklı düşündüğümü, bu tepkisinin aşırıya kaçtığını söyleyince de, yorum yapmaktan kaçındı.

Uzunca bir süre, arkadaşımla farklı konularda karşılıklı konuştuk. Sözü yine yalnızlığa getirdiğimde, bana göre eyleminin çok geçerli bir dayanağı olmadığını, ama insanlara sırtını dönerek yalnızca kendini cezalandırdığını söyledim. Öyle ki, kimi kaygılarımı da ekleyerek, yaşı gereği ilerde yaşayabileceği sorunları anlattığımda bile, bunları hiç düşünmek istemedi.

Onu dinledikçe, kimi olumsuzluklarına karşın, çevremizdeki insanlarla olan ilişkilerimizin gerek beden ve gerekse akıl sağlığımız açısından ne denli önemli olduklarını düşündüm. Kimileriyle sorun yaşayabilir, kimine kırılabilir, kimiyle birlikte olmaktan huzursuz olabilir, kimi de varlığıyla tedirgin edebilir; ama hiçbir sorun, tüm insanları kapsayan bir genelleme nedeni olamaz.

Bu satırları yazarken birden duraksadım. Zaman zaman yalnızlık üstüne söylediklerimi anımsayınca, bu konudaki eski denemelerimi yeniden gözden geçirdim. Farklı duygu ve düşüncelerle yazıldıklarında, tümüyle karşıt görüşleri savunduğumu da görme fırsatım oldu. Kiminde yalnızlığa sığınmak istediğimi söylerken, kiminde de bir başıma kalmaktan korktuğumu yazmışım. Demek ki yaşla birlikte o an içinde bulunduğum duygusal durum, beni farklı düşüncelere itebilmiş! Aslında bunu yadırgamıyorum. Duygularımdaki değişim, doğal olarak düşüncelerime de yansıyor:

Yalnız kalabilirim, yalnız bırakılabilirim ya da bilinçli olarak yalnızlığı seçebilirim. Her durumda konuya olan yaklaşımım mutlaka farklı olacaktır.

İsrail’de yaşayan şair Dagmar Nick, bu duyguyu şöyle yansıtmış dizelerine:

“Biz hepimiz tarifsiz yalnızlıklar içindeyiz,

Çünkü derinliğimiz bilinmez başkasınca,

Duyulmaz sesimiz seslensek de bir dosta,

Yalnızız okunmayan mektuplarımızda

Büyür içlere doğru benliğimiz.”

Bu konu üstünde istediğimiz kadar yoğunlaşalım, şairin deyişiyle kimi “tarifsiz yalnızlıklar” var ki yaşanır, ancak bir türlü dile gelemez!