Durdum

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
6 Temmuz 2011 Çarşamba

Durmak lazım arada bir...

Şu hayatın anlamsız hızı içinde kim olduğumuzu, kaç yaşında olduğumuzu, ruhumuzun nelere ihtiyaç duyduğunu unutuyoruz. Bir koşturmacadır gidiyor, zamanı yakalayamıyoruz.

Okullar kapandı. Bir yılı bitirip diğer yılın hazırlıklarıyla ve bütünleme sınavlarıyla -ki artık bu adı kullanmıyoruz bile - geçen iki haftanın sonunda okuldaki dolabıma özel eşyalarımı kaldırırken yılın son gününü, yılbaşının sanki daha dün kutlandığını, köşeme yılbaşında yaşadıklarımı yazdığımı hatırladım. Altı ay geçmiş, yılın yarısı bitmişti bile! Hangi ara derede onca günü ipe dizmiştik?

Birkaç hafta sonra okula şu kadar zaman var, diye günleri yeniden saymaya başlayacaktım. Günler kısalacak, sonbahar gelecek, okullar açılacak ve biz yepyeni bir öğretim yılına aynı hızla başlayacaktık, yılbaşı gelecekti, yeni bir yazı yazacaktım.

Hâlbuki benim daha yapacak çok işim vardı.

Hazırlanacak valizlerim, yapılacak işlerim, yerleştirilecek bir evim ve girilecek denizlerim, yenecek yemeklerim, ağırlayacağım misafirlerim, gidilecek düğünlerim, gerçekleşecek düşlerim vardı.

Dur, dedim kendi kendime.

Dur ve fark et, hayatın ne kadar çabuk geçtiğini...

Dur ve düşün, hayatın aslında sana nasıl güzel sürprizlerle geldiğini...

Kaç kişi senin kadar sevdiği işi yapma şansına sahip?

Kaç kişinin bu kadar yorucu günlerden sonra yaşanacak sekiz haftalık tatili var?

Kaç kişinin içi senin kadar yaşama sevinciyle dolu?

Kaç kişi senin gibi sevdiklerini bütün kalbiyle seviyor, kaç kişi senin gibi hayata bu kadar bağlı?

Durdum.

Doğruydu.

İnsanın en büyük akıl hocası, yine kendisiydi. Bazen zamana, zamanın hızına dur demek lazımdı.

Biraz ayrıntılara dikkat etmek, biraz farkındalıkları geliştirmek gerekiyordu.

Hayat o kadar kısa, zaman aslında o kadar kandırmacalı ki...

Yapmamız gereken en iyi iş, kendimize zaman ayırmak...

Denize uzun uzun bakmak...

Çok sevdiğimiz bir müziği dinlemek...

Bir bebeği koklamak...

Bir şarkı yazmak...

Zevkimize göre belki resim yapmak, fotoğraf çekmek, yazı yazmak, hayata dokunmak...

Bir deniz kenarında, dostlarla bir araya gelmek, gülmek, sohbet etmek, hayatı paylaşmak...

Güzel anılar biriktirmek, kafayı dinlendirmek, ruhu zenginleştirmek, hayata yeni isimler vermek...

Sevdiğimize, seni seviyorum, demeyi ertelememek...

An’ı yaşamak ve yakalamak...

Hayatın en acı ve güzel yanı, aynı, o da bir kere olması...

İster acı diyelim, ister tatlı, hayat aynı hayat, Hızı da aynı, yoruculuğu da... Zevki de aynı, bize yaşatacakları da...

Önemli olan arada bir de olsa kendimize dur, deyip onun tadına varmak, kendimizin farkına varmak, hayatı yaşamaya, onun hakkını vermeye çalışmak...

Durdum ve düşündüm.

Yaşamak kadar güzel bir armağan var mıydı?

Yoktu elbette.

Şükredecek çok şeyimiz var...