Nerede hata yaptık?

 

Karel VALANSİ Köşe Yazısı
3 Ağustos 2011 Çarşamba

Norveç’te yaşananlar her terör olayında olduğu gibi çok ani, şaşırtıcı ve üzüntü verici. Norveçliler huzurlu ülkelerine bu acıyı bir yabancının yaşattığını tahmin ederken, kendi içlerinden birinin bu katliamı gerçekleştirmiş olmasının şokunu yaşıyorlar. Artık kendilerine “Nerede hata yaptık?” diye sormaları lazım. Tıpkı Yitsak Rabin’in aşırı sağcı bir genç tarafından öldürüldüğünde İsraillilerin kendilerini sorguladığı gibi.

Cevap aslında tüm Avrupa’da gizli: endişe verici şekilde yükselen aşırı sağ eğilimi.

Fransa’ya baktığımızda 2007 seçimlerinde göçmenler ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkarak sağ seçmenin oylarını alan ve cumhurbaşkanı seçilen Nicholas Sarkozy söylevini sertleştirse de bu seçimlerde karşısında güçlenmiş bir aşırı sağ parti var. Front National başkanlığına seçilen Jean Marie Le Pen’in kızı Marine Le Pen Müslümanların cuma namazı için sokakları doldurmalarını Nazilerin Fransa’yı işgaline benzetirken, İsviçre’nin minare yasağını desteklediğini de gizlemiyor.

Benzer bir durum Hollanda için de geçerli. Sağcı politikacı Geert Wilders ırkçı ve nefret söylemi nedeniyle açılan davada suçsuz bulundu. “İslam şiddet içeren bir dindir” diyen Wilders, Kuran’ı Kerim’i de Hitler’in ‘Kavgam’ kitabına benzetmişti. Mahkeme, Wilders’ın bu sözlerini ‘göçmen sorunu tartışmasının bir parçası’ olduğuna karar verip, Wilders’ı akladı. Wilders sözlerini ülkesindeki ifade özgürlüğüne bağlarken, mahkemenin kararından güç alanlar Tevrat’ı da ‘Kavgam’a benzetmeye, İslam ile Yahudiliğin hastalıklı dinler olduğunu alenen dile getirmeye başladılar. Hollanda’da kaşer ve helal et kesimlerinin yasaklanması ile ilgili karar ve bu tasarıya verilen yüksek destek de ülkede artan yabancı düşmanlığının bir göstergesi sayılabilir.

Norveç de dahil olmak üzere özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde gözlemlenen kontrolsüz göçmen politikası ve bu politikadan kaynaklanan sorunlar çözüm bekliyor. Wilders’ın “Tsunami gibi” diyerek tanımladığı artan Müslüman göçü ve gelenlerin ülkeye entegre olmayıp kendi yaşam tarzları, kendi dilleri ile kendi anavatanlarındaki gibi yaşamaya devam etmeleri, yeni ülkelerinde bir yabancı olarak görülmelerine sebep oluyor. Yüksek doğum oranı ve sosyal yardımlardan aldıkları pay ile ekonomik olarak bir yük olarak görünen ve eğitim düzeyi ile sosyal ilişkilerinde de farklı olan göçmenlere karşı artan bir hoşnutsuzluk var.

Kendinden farklıya geçit vermeyen aşırı sağın yükselmesi sadece göçmen sorununu beraberinde getirmiyor. Bu durum, Avrupalı milletleri bir çatı altında toplayan AB kurumunun geleceği için de tehlike oluşturabilir.

Günümüze kadar ciddi hiçbir terör olayının yaşanmadığı Norveç, PKK olsun, Hamas olsun ayırt etmeden terör suçlularına kapılarını açtı. Norveç’te alenen bir İsrail karşıtlığı hüküm sürerken, bu durumun ülkede antisemitizmi ve ırkçılığı tetiklediği göz ardı ediliyor. Norveç’in İsrail Büyükelçisi Svein Sevje, yaşanan katliam ile Hamas terörünün farklı olduğunu vurguladığı açıklamasında, “Biz Norveçliler, İsrail’e karşı terör eylemlerinde sebebin İsrail’in süregelen işgali olduğunu düşünüyoruz. Oslo Katliamı’nın yaşanması bizim bu konudaki fikrimizi değiştirmez” dedi.

Oysa 11 Eylül gibi onca acı yaşandıktan sonra, terörün kimseye bir yarar sağlamadığı, yıkıcı bir güç olduğu kabul edilmeli. Terör haklı çıkarılmamalı, hafifletici sebep bulunmamalı. Avrupalı değerleri en iyi yansıttığı söylenen kuzey ülkelerinden Norveç, bu tür söylemlerle terörizmi meşru hale getirdiğini hatta davet ettiğini anlamalıydı yaşadıkları bu acı tecrübeyle.

Bir yanda minareleri yasaklayan kanunlar, bir yanda Londra’nın belli mahallelerini ‘Şeriat’a uygun bölge’ ilan eden zihniyet. Bir yanda artan nefret, ırkçılık, öteki düşmanlığı, bir yanda bu durumu dönemlik siyasi başarıya çevirmek isteyen partiler. Bir yanda yanlış göç politikaları, bir yanda nefret söylemini suç saymayan, ifade özgürlüğü olarak gören mahkemeler. Günümüz Avrupa’sının tablosu ne yazık ki bu.

Ancak bir iyi haber okyanus ötesinden geliyor. San Francisco’da bir hâkim, sünnetin yasaklanması ile ilgili maddenin eylül ayındaki referandumdan çıkarılmasına hükmetti. Her ne kadar bu tasarının tartışılması bile düşünce özgürlüğünü aşan, antisemit hakaret ve karikatürlere varmış olsa da, bu gelişme oldukça sevindirici. En azından bu kararın Avrupa’nın durup düşünmesini ve ‘özgürlüklerin de bir sınırı olduğunu’ anlamasını sağlar. Norveç ise, “senin teröristin, benim teröristim” diye bir ayrımın tehlikeli olduğunu çok daha geç olmadan kavrar diye umuyorum.