İsrail’de ne oluyor?

İsrail’deki orta sınıfın kaliteli gençliği, neden twitter mapushanesinden kaçarak ifade özgürlüğünü sokakta, masum ama kalabalık bir başkaldırıya dönüştürmüştür?

Cevabı, tarihin içindedir.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
10 Ağustos 2011 Çarşamba

İsrail’de olağanüstü bir şey oluyor.

Kimsenin beklemediği, hatta halktan umudunu çoktan kesmiş sol entelijensiyanın bile ağzı açık izlediği başkaldırı İsrail’in çok kısa ama yoğun tarihinde bir ilki yaşatıyor.

Nüfusuna oranla neredeyse dünyada eşi görülmemiş bir kalabalık, hiç bir siyasi parti, hiç bir sivil toplum örgütü, hiç bir aidiyet aracı olmaksızın, kendiliğinden kansız ve masum bir başkaldırıda buluşuyor. Hükümet şaşkın, olmayan muhalefet daha da şaşkın. Nasıl olur da, ortalama maaşın 2500 Dolar, kişi başına gelirin neredeyse 30 bin Dolar olduğu, Nasdaq’da şirketlerinin sayısının Amerikan şirketlerinin sayısını geçtiği, halkının senede en az bir kez yurt dışına çıktığı bir ülkenin gençliği ayaklanıyordu?

İfade özgürlüğünün twitter’da ancak 140 kelimeyle sınırlandırıldığı bir sanal dünya gençliğinin nasıl oluyor da yüz binlercesi sokaklara çıkıp, “daha çok adalet, daha çok sosyal eşitlik, daha güvenli bir gelecek” adına twitter mapushanesinden dışarı atıyorlardı kendilerini?

İsrail’in en şahin solcuları bile kendilerine, ‘neredeydi bu gençlik yahu?’ diye sorarken, başkaldırı; siyasi renklere uzak bir ufukta, üstelik farklı katmanlardan insanları bir hedef ve vizyon yolunda birleştirmeye başlıyordu. Ev kiralarının pahalılığından şikayet edenlerden tutun da, eğitimin üniversite dahil tamamen parasız olmasını isteyenlere; doktorlardan taksi şoförlerine, Gilad Şalid’in destekçilerinden kimi hahamlara kadar bu insanları başkaldırmaya iten neydi?

Her bir başkaldıranın ‘derdi’ farklı olsa da, hepsi bir konuda birleşiyordu: ‘Aldatıldık!’

Kim ve neden aldatacaktı kendi Yahudilerini?

Kimse bilerek aldatmadı kimseyi.

İsrail’in kuruluş değerlerinden en önemlilerinden biri sosyal adalet ve sosyal eşitlik ilkesiydi. Bu hedef için dünyada benzeri olmayan ve ciddi anlamda başarılı bir sosyalizm pratiği yaşatmıştı halkına, Kibbutz modeliyle. Lâkin, dünya zamanla ‘yassılaşmış’ ve globalizyonun etkisiyle bir köy haline gelmiş: bunun en belirgin sonuçlarından biri ise bireyciliğin öne çıkması olmuştu, kolektivizmin aksine. 1970 sonlarında devlet destekli sosyalistvari yönetimden bireyi ön plana çıkaran serbest pazar ve özelleştirme modeli İsrail’i 1980’lerdeki büyük ekonomik krizden kurtarmış ve bugün gelinen noktada olduğu gibi zengin ülkeler sınıfına katmıştı.

O halde sorun neredeydi? Neden yüzbinler sokaktaydı?

Başkaldırının en önemli nedeni, kapitalizmin, doğası gereği gitmek zorunda olduğu vahşi kapitalizm sürecinde ülkenin müthiş zenginliğinin orta sınıfı giderek göreceli olarak yoksullaştırmasıydı. Tipik bir Karl Marx yaklaşımıyla konuşursak, ‘artı değerin’ büyük kısmının sadece zenginlerin ve sermaye ile bilgiyi ve gücü elinde tutanların cebine girmesidir, başkaldırının pek de anlaşılmayan nedeninin arkasında yatan.

Orta sınıf barınma, eğitim ve sağlık harcamalarının sürekli yükselmesiyle gelecek korkusuna yenik düşmüştür.

Ülkeyi yönetenler ise, bu büyük kesime bir gelecek vadedememiş, sadece güvenlik meselesiyle meşgul olmuştur.

Tora’da da söylendiği gibi, “Vizyonun olmadığı zaman halk zincirleri kırmıştır”

İşte olan budur...

Lâkin bu başkaldırıda ilginç gözlemler var.

Birincisi şu: İsrail, kimi anadan doğma İsrail düşmanlarının düşündüğünün ve yarattıkları algının tersine tam bir demokratik ülke olduğunu göstermiştir, cümle aleme. Yüzbinlerce protestocunun, birinin bile burnu kanamamıştır; zira güvenlik güçleri olaylara hiç karışmamıştır.

İkincisi ise, çok azınlıkta kalan, “komünistlerin yeni oyununa gelmeyelim” denli cılız seslere karşın, hükümetin ve özellikle Bibi’nin demokrat bir yaklaşımla olayları değerlendirmiş olmasıdır. Başbakan akademisyen ve siyasilerden oluşan bir komitenin kurulmasına önayak olmuş ve meseleyi sağ-sol kavgasına indirgemeden ve başkaldıranların tüm isteklerine cevap verilmesinin mümkün olmadığını açıkça söylemesine rağmen meseleye çözüm odaklı bir duyarlılıkla yaklaşmıştır.

Üçüncüsü ise, ülkenin dindar kesiminin mesele karşısında şimdilik bir pozisyon almamış olmasıdır.

Ve en sonuncusunun ise bir dilek-gözlem olarak kayıtlara geçmesini istiyorum:

“Arap Baharı”ndaki milyonlarca protestocudan tek bir lider çıkamadı, bugüne değin.

Umarım, ‘twitter gençliği’ dediğimiz bu şaşırtıcı yüzbinlerden yeni liderler çıkacak olsun!

Dünyanın hoş ama boş konuşan liderlere değil, sokaktan yükselen, adaleti temsil edecek ve Şeytan’la güreşecek cesur liderlere ihtiyacı var.

Hemen, şimdi!...

Twitter.com/ basyazar