Param paran parası

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
4 Ocak 2012 Çarşamba

Geçen hafta sonu, ufaklığı alıp Mısır Çarşısı’na götürdüm. Amaç, canlı ticaret ortamını göstermek, alışveriş merkezlerinin sentetik havasından uzak, Ortaçağ’a özgü bir gün geçirtmekti. Oradan da Sirkeci’deki ucuz oyuncak satan dükkânlara uğrayıp ıvır zıvır toplayıp pazarlık edeceğiz, kestane kebap atıştırıp kendimizce pazar araştırması yapacağız. Gerçekten de Yeni Camii’nin yanından Çarşı’ya girmemizle tezgâhlar dolusu kuruyemiş, baharat çeşitleri, balık yumurtası ürünleri, hediyelik eşyalar, şifalı bitkiler, sabunlarla karşılandık. Ne istersek denememize izin verildi. İkinci veya üçüncü dükkânda yeteri kadar araştırma yaptığımıza kani olup biraz da indirim alınca güzel bir alışveriş yaptık. Gerçi içimde bir şüphe oluştu: Psikolojik olarak ucuza aldık ama aldığımız fiyatlar dükkân fiyatının altında mıydı acaba? Oğlum ise pazarlık yapmanın ayıp olduğunu düşünen başka bir türe ait olduğundan yerin dibine geçmiş vaziyetteydi. Yani ona kalırsa bir ürün için talep edilenden azını önermek karşıdakinin hakkını yiyerek haksız kazanç elde etmekti. Tüketici, ödevini yapıp fiyat araştırarak alıma başlasa zaten süreç kendiliğinden gelişecekti. Her neyse, Mısır Çarşısı’nı bitirip yılbaşı telaşıyla kalabalık olan Çiçek Pazarı’nı da bitirip kendimizi sıra sıra dükkânların bulunduğu Sirkeci piyasasına saldık. Oğlumun şaşkınlıktan ağzı açık gezmesi çok keyifliydi, çocuğu olanlara tavsiye ederim.

Gelelim oradaki gözlemlerime ve kafamda oluşturduğu daha geniş analizlere. Girdiğimiz mağazalardaki ürünler hiç ucuz değil. Son dönemlerde, alım gücünün düşmüş olmasından dolayı alışveriş merkezlerinden kaçınmaya çalışanların buradaki ucuz imajına güvenerek geldiği aşikâr. Ancak burası da fiyatlar açısından farklı değil, üstelik taksit yok ve garantisi olmayan ürünler satılıyor. Esnafın tok görüntüsü de cabası. Satışın tamamen benim hayrıma bir iş olduğunu kendisinin kazancı olmadığını hissettirecek gülmeyen yüzler silsilesi…

Neden mucizeler bekliyoruz? Paramızın artık ucuza satın alabileceği şeyler sadece standardı olmayan ve kaliteden ödün verilen ürünler olabilir. Kalitenin fiyatı artık serbest piyasalarda belirleniyor. Ürünün güler yüzle, güzel bir ambalajla ve satış sonrası hizmetle sunulması ona katılan bir değerdir, maliyet değildir. Ve ucuz alındığı düşünülen ürünler tüketiciyi muhatapsız bırakabilir.

Türkiye’nin içinde bile paramızın alım gücünün azaldığı artık hissediliyor. Dolar ve Euro’dan oluşan döviz sepeti ölçümüne göre TL hızla değer kaybediyor. Küba’da da halk konvertibl peso fiyatları ile harcama yapmaya kalksa maaşını bir depo benzine feda etmek zorunda kalırdı. Bu yüzden gerçek değerinin 25 katı kadar sübvanse edilen yerel peso ile kazanıp harcıyorlar. Ama serbest ekonominin bir oyuncusu olan Türkiye diğer para birimlerine karşı sağlam durmak zorunda.  TL’nin onca değer kaybettiği bu günlerde bile Türk yatırımcı dövizini bozup TL’ye geçmiyor, zira daha da değer kaybı yaşanacağından endişe ediyor. Yabancı yatırımcı da faizlerin düşük tutulduğu ülkemizdense eşit risk taşıyan Brezilya, Rusya, Hindistan gibi ülkelere yöneliyor. İhracat açısından zayıf para birimi avantaj gibi gözükse de ihracat yaptığımız Avrupa Bölgesi’nin durgunluk geçiriyor olması, pek de bu avantajı değerlendirmemize imkân vermiyor.

Ekonomik parametreleri tam bilmeden ahkâm kesmek kolay değil tabii. Ama Türk Lirasına inananlar kazançlarının ceplerinden bu şekilde alınmasına göz yummak durumundalar. Umarım TL konusunda ‘bizi izleyin’ diyenler, izleme sürecini boşa çıkarmayacaktır…