Hayat ve spor

Köşe Yazısı
26 Ekim 2011 Çarşamba

ALP ALKAŞ


Bu hafta yazılacak çok şey var belki de ama önem sırasına koyunca spor ile alakalı olanlar hep alt sıralarda kalıyor. Yazı biraz parça parça olacak bu sefer ama ardı ardına çok gelişme olunca düşündüklerim de parça parça yansıyor yazdıklarıma…

Aynı hafta içinde Gilad Şalit’in eve dönüşü, Kaddafi’nin öldürülmesi, Derince’deki saldırı, Van’da deprem gerçekleşince insanın nutku tutuluyor sanırım. Hani hep güzelim ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ filminden referansla “Futbol fena halde hayata benzer” gibi klişeler kullanılır ya... Öyle değil işte. Spora isterseniz bir sektör, endüstri, ticari bir iş alanı, bir eğlence, hobi ya da hayat tarzı diyor olun. Bu saydığım olayların hiçbirinin sporda bir benzeri yok. Olamaz da. Çok zorlarsanız paralellikler kurabilirsiniz tabi ama bahsi geçen olayları ve nicelerini çok hafife almış olacağınız gerçeğini değiştirmez.

Böyle bakınca belki de sporu fazla ciddiye alıyoruz diye düşünüyorum zaman zaman. Spordaki çok az şey yukarıdaki örnekler kadar hayati olabilir diye düşünüyorum bu aralar. Kendisini ‘sports geek’ diye tanımlayan biri için çok da kolay bir kabullenme olmadığını takdir edersiniz. Sporu pastanın üzerindeki bir süsleme olarak görmeyi deniyorum bu satırları yazarken. Pastanın kendisi kötü ise süsleme ile düzeltmeniz mümkün olmaz ama süsleme iyi değilse pasta hâlâ yenilebilir, sadece süslemeyi kenara koyarsınız. Yazdıklarım bana bile biraz karamsar geldi ama belki de bu vesileyle spordan daha fazla keyif almanın yolunu bulabiliriz.

Eğitim

Pazar günü, Mezunlar Günü dolayısıyla kendimi ciddi anlamda ait hissettiğim sayılı yerlerden biri olan Robert College’deydim. Maalesef çok sık görme şansım olmayan pek çok insanı, bir arada görme şansım oldu. Çok da iyi oldu aslında. Ailemden sonra formasyonuma en çok etkisi olan bu yerin ve kurumun, çok farklı insanların hayatlarına temel noktalarda çok da farklı olmayan bir şekilde etki ettiğini gözlemliyorum her yıl.

Pek çok alan için bu söylediklerim aslında geçerli ama özellikle okulun spor kulübünde farklı branşlarda da olsa spor yapmış olanların bugün spora genel yaklaşımları arasındaki benzerlikler çok dikkat çekici. Konu ister istemez spora geldiğinde yapılan tartışmaların seviyesinin yüksekliği bir taraftan çok güzel ama sonra dönüp baktığında insan ‘spor kamuoyu’ denilen ve profesyonel olarak bu sporu yorumlamakta olan topluluğa baktığı zaman da oldukça üzülüyor. Yeni nesilde gerek bloglarıyla, gerek ekranlarda, gerek ise farklı belli alanlarda karşımıza çok değerli karakterler çıkmaya başlamakla birlikte yine de ideal denilebilecek seviyeden oldukça gerideyiz.

Özellikle Akdenizli karakterimiz olan duygusal yoğunluğumuz ve ani parlama özelliğimiz göz önüne alındığında popülist ve/veya tahrik unsurları yüksek yorumların fazlalığı oldukça rahatsız edici. 75 milyon spor uzmanı ve yorumcusunun olduğu bir ülkede bir miktar kakafoni normal ama bizimkisi maalesef kaosa daha yakın. Kaos ortamı çoğu alanda olduğu gibi bu alanda da aklın ve mantığın önüne geçiyor çoğu kez ama olan hepimize oluyor.

Kolay bir çözümü yok aslında. Zaten ben de biz çözüm önerebilecek durumda değilim ama sporcusundan yöneticisine, hakeminden yorumcusuna kadar eğitim düzeyini arttırmak her şeyin başında geleceğe benziyor. Bilgiye ulaşmanın bu kadar kolayladığı bir dünyada eskisi kadar da zor olmamalı. Umarım zamanla bu yolda ilerleyebiliriz.