Batı’da eğitim, toplumu yansıtıyor mu?

Avram VENTURA Köşe Yazısı
3 Mayıs 2012 Perşembe

O

xford Üniversitesi’nde Merton Koleji’nin duvarları arasında yürürken, Batı’daki akademik hayatın başlangıcına gitmiş olursunuz. Burada öğrenciler, 750 yıldır yaşıyor ve öğreniyorlar. Binanın, on üçüncü yüzyıla ait duvarları, ilim ve bilgiyi arayan yirmi beş neslin izleriyle dolu. Oxford’daki diğer kolejler daha eski olduklarını iddia ederler ancak Merton’un onlara karşı kozu, işleyişi düzenleyen bir tüzüğe sahip, bilinçli bir öğretmen kadrosuna sahip ilk kolej olmasıdır.

Kolej artık ana binasından çok uzaklara açılsa da, bu kampüs hâlâ üniversitenin ve dolayısıyla İngiltere’deki üniversite sisteminin kalbi. Binanın ikinci katında, 1373 yılında açılan ve hâlâ kullanımda olan en eski kütüphane yer alır. Şimdi kapılarını özel araştırmacılara ve ziyaretçi gruplara açan bu kütüphanenin eski çağlardan kalan tahta kitap rafları ve aralarında yer alan orijinal okuma bankları hâlâ mevcut.

Bazıları on dördüncü yüzyıldan kalma, lekeli ve renkli pencereler, dışarıdan gelen güneş ışığını, yerleri kaplayan ve bir manastırdan alınan sekizinci yüzyıl yer karolarının üzerine yumuşak bir şekilde yansıtıyor. On dördüncü yüzyıl orijinal tavanı, daha sonradan yapılmış bir tavan tarafından gizleniyor, ama hâlâ orada; kalın, tahta tavan destekleriyle…

Merton’un Ortaçağ’dan kalma binalarında gezerken, bu kolejin temsilcisi olduğu idealin belki de artık çöktüğünü düşünebilirsiniz. Aslında hep böyle olmuştur; gelip geçici hevesler, trendler-akımlar, küçük çekişmeler, aldırmazlık, çoğu zaman, bilgi arayışının önüne geçmiştir. Merton, güçlü bir ideale sahip, birçoklarını içine çeken bir sembol… Ancak bu güzellik, üniversite dünyasının ve evsahipliği yaptığı toplulukların, özellikle de Amerika’da, ne kadar yoldan çıktığı gerçeğini saklayamıyor.

Manastır inanışından doğan üniversiteler, özellikle insanlık alanında kendi özlerine geri dönüyorlar… Özellikle son 40 yıldır, politik aşırılıkların, bilgiye dayanmayan inanışların şahlandığı bu kurumlarda, birçok profesör ve eğitmen, kendi vatandaşlarına yukarıdan bakıyor, kamuoyunun önünde kendi ülkelerine hakaret ediyor, iş ve ticaret dünyası ile alay ederek, sadece bir politik görüşe bağlılıklarını ortaya koyuyorlar.

Bu durum, günümüzde batılı toplumları karşılaştığı çok önemli bir tehlike. Eğer üniversiteler ve kolejler, kendi uluslarının büyük çoğunluğunun sahip olduğu değerleri yansıtmazlarsa konumları ve mevkileri tehlikeye girer. Eğitimin görevi, gerçek ve bilgiyi aramaktır, yaygın olan mevcut fikir ve görüşlerle çakışsa bile… Ancak bugünün eğitimi, çok rahat hayatlar yaşayarak, kendilerini içinde bulundukları topluma tamamen zıt politik aktörler haline getirdi. Bu durum, aynı zamanda şu anlama geliyor: Artık bilgi, sadece politik amaçlar için aranıyor, sadece bilmek ve dünyayı daha iyi anlamak için değil.

Problemler bununla da kalmıyor. Öğrencilerin büyük kısmı artık üniversiteleri, meslek ya da teknik okullar olarak görüyor, tarih veya edebiyat gibi temel dersleri zorla alıyorlar. Birçok okulda da yöneticiler, üniversiteyi bir işletme olarak görüyor, karını arttırmak, bağışları büyütmek ve medya ilgisini arttırmak için uğraşırken, öğrenciler bilgi ve kritik düşünme yeteneklerinden mahrum bir şekilde mezun oluyorlar.

Batı dünyasının, ekonomik, politik ve sosyal tüm sorunlarını göz önünde bulundurduğumuzda, kolej ve üniversitelere her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Günümüzde bilgi politik bir silah olarak kullanılıyor.

Tüm profesörler radikal, tüm öğrenciler ise vaktini boşa harcayan insanlar değil. Birçokları hala bilginin, bilgeliğin değilse bile, bilginin arayışında… Ancak, ideal ile gerçek arasındaki aralık hiç bu kadar büyük olmamıştı. Aynı şekilde, eğitimcilerle çevrelerindeki dünya arasındaki mesafe de daha önce olmadığı kadar büyük. Belki de her zaman böyleydi… Hatta, Merton koleji’nin duvarları arasında bile…