Sokrates’in armağanı

Ne Antik çağ önderleri, ne dönemin hakimleri ne de halk sevmişti Sokrates’i. Zira o, yüzlerine cehaletlerini vurmaya çalışıyordu parlak ışıklara rağmen. Bugün yeni Sokrates’leri bekliyoruz biçare vaziyette. “Kral çıplak” diyebilecek, Tanrı’nın cesur yüreklerini. www.twitter.com/basyazar

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
4 Haziran 2012 Pazartesi

Tarihin bilinen ilk ‘düşünce suçlusu’ olan Sokrates geçtiğimiz hafta aklandı! Bu bir espri veya teatral senaryo cümlesi değil.

Tarihin gelmiş, geçmiş en büyük filozofu olarak bildiğimiz Yunan düşünür Sokrates, M.Ö. 399’da düzene karşı gelmek ve gençleri Tanrılara karşı kışkırtmaktan suçlu bulunup ölüm cezasına çarptırılmış, lakin o ise intiharı seçmişti.

Öğrencilerinin ve arkadaşlarının kendisini cezaevinden kaçırmaya yönelik yardımlarını reddeden Sokrates zehir içerek yaşamına kendi rızası ve eliyle son verir. Ölürken son sözleri, hastalıkları tedavi eden Yunan Tanrısı Asclepius’a yönelik olur ve “sana bir borcum kalsın ey Tanrım” der. Zira bunca zulmün ortasında ölümünün, ruhu için yegâne tedavi olduğuna inanır…

Şimdi, tam 25 asır sonra ünlü Amerikalı ve Avrupalı hakim ve avukatların oluşturduğu bir kurgu mahkeme -halktan da katılımlarla- Sokrates’i suçsuz bulup, tarih önünde aklamış oldu.

Hiçbir yazılı eseri olmayan bu Antik çağ düşünürü sürekli olarak ve sadece aklını kullanarak rasyonel metotlarla doğruya ulaşmaya çalışmış, öğrencilerine ve felsefe tarihine aklın gücünü hediye etmişti. Kant kendisinden aklın ideali; Hegel, bir insanlık kahramanı olarak bahsederken, Nietzsche ise eleştirel bir yaklaşımla, ölüm korkusu nedir bilmeyen, yaşayan biri olmak yerine salt akıl olarak ölen ve hayatın içgüdüsünden tamamıyla kopmuş bir ‘canavar’ olarak tasvir eder, onu.

“Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir” diyen Sokrates aslında düşünce suçundan ölümle cezalandırılan ilk ünlü olarak tarihe geçerken geliştirdiği kendine özgü diyalektik diyalog yöntemiyle karşısındakine sürekli olarak bilgisiz olduğunu hissettiren ve bu nedenle halk arasında da yüzlerine gerçeği vurduğu için pek sevilmeyen bir anti-kahramandı yaşadığı zaman zarfında. Sokrates, diyaloga girdiği Atinalıların sorduğu sorulara hep sorularla karşılık verirmiş. Zira amacı, bilgiyi onlara doğrudan vermenin ötesinde bilgisiz insanı bilgiye doğru yöneltmekmiş. Sokrates’in diğer ve daha anlamlı amacı da bu diyaloglar sayesinde kendini bilgili sanıp da gerçeği pek bilmeyen “bilgili cahilleri” ortaya çıkarmak, onların gizli cehaletinin toplumun gelişiminin önündeki en büyük engel olduğunu ortaya çıkarmaktı.

Sokrates’in bu yaklaşımının 25 asır sonra bile hâlâ geçerli olması gerektiğini etrafımıza bakarak görmüyor muyuz? Güçlünün yanında yer alanlar bugün de, yayılan muazzam parlak ışığın enerjisi ve desteği ile her şeyi bildiklerini sanıp öteki’yi yönetmeye kalkışmıyorlar mı?

Bugün, bu görünmez cehaleti yüzlere vuracak yeni Sokrates’leri bekliyoruz biçare vaziyette. Zira, cesaret-korku diyalektiği sağlıklı çalışmıyor. Onarıldığı gün bilgi ve aydınlık hükümdarlığını ilan edecek. Gerçek bilgi, sahtelerine galip gelecek. Sokrates’in mirası heba olmayacak.

Sokrates’in, gücün yanında olup ona ruhunu satmaktansa intiharı seçme gururu farklı bir anlam kazanacak insanlığın gelişimi yolunda.

Galileo Galilei’nin düzenle anlaşıp doğru düşüncelerinden ödün vermesine karşın Sokrates’in teslimiyeti terk edip mezarına cesareti götürmesi yeni kuşakların gurur bayrağı olacak.

“Dünyayı değiştirmek isteyen önce kendini değiştirsin” demişti Sokrates.

Zira, “Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmiyor.”