Modern insan için din

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
25 Nisan 2012 Çarşamba

Bir sanal kimlik edindik. Gerçek dünyadakinden farklı. Hiç tutukluk yok, sıkıcı laf çevirmeler yok. Tam olmak istediğimiz şekilde sosyal paylaşımlarda kendimizi tanımladık ve tanımlamaya devam ediyoruz. Öte yandan, gerçek sohbet fırsatlarını çok da tercih etmiyoruz. Birine kendisini düşündüğümüzü belli etmek için kısa da olsa bir mesaj atıyoruz. Kontrollü, muhtemelen bir iki kere edit edilmiş. ‘Yaz da Ver’ diye bir yazı yazmıştım, yazılı ifadenin gücünü göklere çıkarmıştım. Ancak sanki beni çürütmek ister gibi yazılı ifade çığırından çıktı. Yazının kalıcılığı arkasındaki kişiliği saklamaya başladığı için artık damlalıkla ağızlara bırakılan ‘işte muhteşem Ben’ temalı damlaların göle dönüşüp ‘asıl Ben’i tanımlayacağından umudumu kestim. Artık, asıl Ben’i tekrar işlevsel hale getirmek için eski usul ritüellerden yardım almak gerektiğine inanıyorum.

Bu girişi yapmamın nedeni, geleneksel yapıya daha bağlı olduğumuz ‘az modern’ zamanlarda daha az yalnızlık çektiğimizi ve duygularımızla daha kolay baş ettiğimizi anlatmak içindi. Çağımızın modern filozofu Alain de Botton, yazdığı ‘Ateistler İçin Din’ adlı kitapta da benzer bir önerge tartışıyor. Ona göre, modern yaşam diye tutturunca, dini inançların hayatımızı nasıl yaşayacağımız konusunda bize verdiği detaylı, iyi planlanmış öğütleri takdir etmeyi unuttuk. De Botton, dini yaptırımların her birinin aslında sosyal hayatı düzenleyici olduğunu bize hatırlatıyor. Çağımızın endişeli ve yalnız modern insanının mutsuzluğunun dinin içinden seçilecek bir takım kuralların hayata uyarlanması ile yenileceği umudunu o kadar güzel anlatmış ki burada bazılarını paylaşmak istiyorum.

Örneğin, af dilemek Yom Kipur öncesi yapılması buyrulan bir emirdir. Herkes gaflet içinde olabilir. Küskünlükler gün ışığında anlamsız görünse de içten içe arkadaşlıkları, ortaklıkları bitirebiliyor. Büyük bir merci tarafından buyurulunca, af dilemek pek çok insana daha kolay görünür. Zira çok gururlu insanlar hatasını itiraf edemeyip, bir de üzerine mesafeli davranarak mağduru iki kere üzebilecekken, emir büyük yerden gelince harekete geçebiliyor. Ve böylece her iki taraf da kendi hatalarını dile getirerek olayın üzerine bir çizgi çekilmesine yapıcı katkıda bulunuyor. İşe yarayan bir uygulamayı modern topluma uyarlamak ne iyi olurdu… hatta mümkünse senede dört kere olsaydı…

Başka bir örnek kutlamalar ile ilgili. Her kutlamanın aslında içinde bir de vedalaşma barındırdığını bilmeden eğlencelere katılmak neredeyse imkansız. Örneğin 13 yaşına gelmiş evladını henüz bırakmaya hazır hissetmeyen anne babaya çevresi törende gönülden tebriklerini sunarken nazikçe çocuğunu salıverme konusunda cesaret vermeye de çalışmaktadır. Aynı şekilde evliliğe adım atan bir çiftin kutlamalarında yanlarında olmak, konuşmalarla ve hediyelerle cesaret vermek, özgürlüğün kısıtlandığı yeni bir döneme girildiğinin destekleyici bir göstergesidir. Son örnek de yas tutmakla ilgili. Din, sevilen birinin yitirilmesi durumunda, ilk baştaki yıkıcı keder günlerini, sorumluluklardan muaf bir 30 günlük devrenin takip etmesi gerektiğini, daha sonraki 12 ay boyunca yas tutmanın şeklinin dualarla sınırlı olmasını kurallara bağlamıştır. Bir yıl tamamlandığında artık yas sona ermeli ve hayat tekrar bütün güzelliği ile devam etmelidir.

Kısacası, kitaba göre, modern toplum dinin sosyal dayanışmacı yapısından çok şey öğrenebilir. Dinler bize, nazik olmayı, başkalarını saymayı, sadık ve ayık olmayı öğretse de ara ara tersini yapmazsak ruhen çökeceğimizi de bildiği için zıtlıkların da varlığını kabul ediyor. Sindirmemizi kolaylaştıracak ve tatlılaştıracak yöntemler öneriyor…