Keskin sirke küpüne zarar

Yeni bir yıla giriyoruz. Her sene olduğu gibi birtakım kararlar verecek, kimini gerçekleştirecek, kimi için biraz çabaladıktan sonra pes edecek, kimini ise denemeye bile yeltenmeden unutup gideceğiz. Ancak -Aşem izin verirse- öfke sorunumu bu yıl kökünden halletmeye kararlıyım çünkü artık bana da zarar vermeye başladı.

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
12 Eylül 2012 Çarşamba

Yeni bir yıla giriyoruz. Her sene olduğu gibi birtakım kararlar verecek, kimini gerçekleştirecek, kimi için biraz çabaladıktan sonra pes edecek, kimini ise denemeye bile yeltenmeden unutup gideceğiz.

Ancak -Aşem izin verirse- öfke sorunumu bu yıl kökünden halletmeye kararlıyım çünkü artık bana da zarar vermeye başladı. Bencilce bir düşünce, değil mi sevgili okurlar? Karşımdakine ayar verirken onun kırılması, üzülmesi, hırpalanması önemli değil ama benim sağlığımın zarar görmesi önemli... Aslında durum tam olarak öyle değil. Yüzde yüz haklı olsam bile, karşımdakini sert ya da alaycı bir şekilde haşladıktan hemen sonra vicdanım beni rahatsız etmeye başlar. Çok küçük yaşlardan beri, vicdanımla başım belâdadır benim. Sesini bir türlü susturamam. Bu konuda şanslıyım belki de. Beni sürekli doğru yapmaya iten bir muhafızım var. Ancak yaş aldıkça, öfke ile birlikte beynime saplanmaya başlayan ağrı, kendimce düzene koyduğum bütün taşları yerinden oynattı ve dengeleri tamamıyla alt üst etti. Ve ben bu uyarıyı, Aşem’in bana bir armağanı olarak kabul ettim. Artık öfkelenmeyeceğim.

Yahudiliğin kutsal kitapları, içerleme, öfke ve haset gibi olumsuz duyguları kalbimizden çıkarmamıza yardım edecek öğretilerle doludur. Ağzımızdan çıkanlar, bizim aslında kim olduğumuzun göstergesidir. Kızgın ve kırıcı sözler, öfkeli ve saldırgan bir kişiliğin ürünüdür. Buna karşı, düşünce eleğinden geçmiş tatlı sözler, karşınızda duygularınıza önem veren iyi kalpli bir insan olduğunu gösterir. Bu noktada, sizlere ömrünü “düzgün, temiz konuşma” (Şemirat aLaşon) konusuna adamış olan büyük din âlimi Hafets Hayim’den uzun uzun söz etmem gerekirdi ama ne yazık ki, yerim kısıtlı. Bu yüzden Tora ve Talmud’dan birkaç güzel alıntıyla yetineceğim. 

Önce Vayikra Kitabı (19:17-18’den alıntılar):  “Kalbinde kardeşinden nefret etme. Akranını kendin gibi sev – Ben Aşem’im.”

Yukarıdaki pasuku kısaca açıklamak gerekirse, “sana yanlış yaptıysa bile, onu yine kardeş olarak görmeli ve nefret belâsının pençesine düşmemelisin. Nefret, insanlar arasında büyük kötülüklere yol açar.

Akranını kendin gibi sev emrinin ise, belki hemen akla gelmeyen ancak çok ilginç olan bir yönü vardır. Önce kendini sev, sevmenin ne olduğunu bil ki, karşındakini sevebilesin. Kendine insan olarak değer ver ki, aynı değeri karşındakine de verebilesin. Karşındakinin de aynı Yaratıcı tarafından yaratılığını, senden farklı gözükse ve yaşam koşulları senden değişik olsa bile, onun seninle aynı öze sahip olduğunu aklından çıkarma. Böylece kendine yapılmasını istemediğini karşındakine yapma.

Pasukun sonundaki Ben Aşem’im uyarısının ne anlama geldiğini hatırlayacaksınız, eminim. “O kişi kendini koruyamazsa, bil ki arkasında Ben varım.” Zaten Devarim Kitabı’nda (32:35) Tanrı “Benimdir intikam ve (yaptığının karşılığını) ödetme” der.

Sözlü saldırılara anında karşılık vermek, doğal bir tepkidir. Ancak bilgelerimize göre dilimizin ucuna kadar gelen acı sözleri telaffuz etmemek ve susmayı yeğlemek, neredeyse insanüstü bir yetenektir. Yine bilgelerimizin yorumuna göre; bu dünya, tartışma sırasında dilini tutmayı başaranların liyakati sayesinde varlığını sürdürmektedir.

Talmud’a göre (Pesahim 113b), Kutsal Olan’ın sevdiği üç insan türü vardır: Öfkelenmeyen; sarhoş olmayan; ve kendilerini kasmayan kişiler. Kutsal Olan’ın nefret ettiği üç insan türü vardır: Ağzıyla başka, kalbiyle başka konuşan; arkadaşının lehine tanıklık edebileceği halde etmeyen; ve cinsel bir ahlaksızlığı görüp de tek başlarına şahitlik eden kişiler (böyle bir durumda iki kişinin tanıklığı şarttır).  

Yine Talmud’a göre (Eruvin 65b), Rabi İla’i şöyle demiş: Bir kişinin karakterini gösteren üç şey vardır: Kadehi (nasıl içki içtiği), cebi (cömert olup olmadığı) ve öfkesi.

Maimonides, Davranış Kuralları adlı eserinde şöyle yazar (2:2): “Öfke, son derece yıkıcı bir karakter özelliğidir. Kişinin kendi benliğinden mümkün olduğunca uzaklaşması ve öfkelenmekte haklı olduğu durumlarda bile, öfkelenmeme konusunda kendini eğitmesi gerekir. Eğer ailesi veya mensup olduğu toplulukla halletmesi gereken bir konu varsa, örneğin bazı alanlarda davranışlarını düzeltmeleri gibi, onları etkilemek için öfkelenmiş gibi yapmalı ama öfkeli rolü yaparken bile gerçekte öfke duymamak için kendini kontrol etmelidir.”

İlginç, değil mi sevgili okurlar? Tepkimizin daha sahici gözükmesi için öfkelenmiş gibi yapmak ama aslında öfkelenmemek. Doğrusunu isterseniz böyle yapmayı denediğim zamanlar oldu ama öfke veya kızgınlığı yüzeysel tutmak, kalbin derinliklerine işlemesine engel olmak, sanıldığı kadar kolay değil.

Bilgelerimiz başka ne demiş? “Öfkelenen kişi, putperestlik yapar gibidir.” Ve eklemişler: “Öfkelenen kişi bilge ise, bilgeliği kendisinden kaçar. Kâhin ise, kehaneti kendisinden kaçar. Öfke ile yaşayanların hayatı yaşanmaya değer değildir. Bu yüzden bize öfkeden uzaklaşmamız emredilmiştir ki, öfkelenmeye değer şeylere karşı duyarsız olalım. En iyisi ve doğrunun (tsadik) yolu budur. Tsadik hakarete uğrar ama başkalarına hakaret etmez. Utancını gizler ve karşılık vermez. Sadece sevgiyle hareket eder ve kederlenmekten bile mutluluk duyar. Tsadik’ler hakkında şöyle yazılmıştır: ‘O’nu sevenler, en güçlü haliyle beliren güneş gibidir” (Şoftim 5:31).

Doğrusunu isterseniz, kararımı etkileyen bir olay daha oldu, sevgili okurlar. Bir konsolosluğun bulunduğu binanın girişinde, vize verilmiş pasaportumu almak için bekliyordum. Konsolosluk görevlisinin lobiye inmesine daha yirmi dakika vardı. O sırada gideceğim ülkenin vatandaşı olduğu belli olan genç bir kadın, binanın güvenlik görevlisine konsolosluğun ne zaman açılacağını sordu ve uçağa yetişmeliyim diye sızlandı. İçimdeki “yardımcı melek” derhal harekete geçti, yanlarına gittim ve pasaportumu alabilmem için bana verilen kâğıdı göstererek, “Bakın, konsolosluğun telefon numarası bu. Arayın, gelip sizi alsınlar” dedim. Kadın gayet sert bir tavırla güvenlik görevlisini gösterdi ve “Ben onunla konuşuyorum” dedi ve sırtını dönüp gitti. ‘Sen ne karışıyorsun, kendi işine baksana?’ İngilizcesi hemen hiç olmayan güvenlikçi bana teşekkür ederken, içimdeki “öfkeli” harekete geçmişti bile. Yeşil bir bitkinin adını söyleyiverdim yüksek sesle, kadının arkasından. 

Doğal bir tepki mi? Doğal aslında. Bir mitsva girişiminde bulundum, hesapsızca. Ve öfkem, mitsva’mı bir anda sıfırlayıverdi... mi, bilemiyorum. Netice şu ki, öfke iyi bir şey değil. Keskin sirke, küpüne zarar.

Roş Aşana ve Yom Kipur vesilesiyle, bilerek ya da bilmeyerek, öfkemle veya alaya alarak, üstüne fazla düşerek ya da umursamazlığımla kırdığım herkesten özür dilerim.

Yeni yılın hepimize sağlık, huzur, bereket ve başarı (başarı tanımımız her ne ise) getirmesini diliyorum.