Şehir ve taraftar

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
21 Kasım 2012 Çarşamba

Barselona’ya her giden başka bir şehir tarif ederek döner. Benimkisi limanında bisikletle gezdiğim, kumsalında kum heykeltıraşlarına hayran olduğum, LaRamblas’ ta insanlar arası slalom yaptığım, sokaklarda sıcak çikolata yudumladığım yaşayan bir şehir.  Mimari zarafeti göz ardı etmek imkânsız.  Geniş meydanların her birinin modern heykellerle düzenlenmiş olması şehrin sanata olan saygı duruşunu vurguluyor. Şehrin sembolü olan La Sagrada Familia’nın tamamlanma sürecini bilen bir antika olduğum için projenin Gaudi’yi kızdırmayacak şekilde yorumlandığını fakat ünlü mimarın üslubu ile yarışmadığını hayranlıkla fark ettim.  Tapas, şarap ve deniz ürünlerinin muhteşem birleşiminden olsa gerek,  şehir doluluğuna rağmen sessiz bir ahenk içinde.  Binalar doğal ışıklandırılmış, çarpıcı neonlar yok. Evet, doğal ışıklandırma hayranıyım, İstanbul’daki köprülerin, statların, inşaat şantiyelerinin ve alışveriş merkezlerinin neon ışıklar ile aydınlatılması bende hançer etkisi yaratıyor. Barselona, iyi yönetilen bir orkestra gibi uyumlu…

Sessiz ahenk demişken, Barselona Futbol Kulübü’nün dev boyutlardaki arenasında geçirdiğim geceden de bahsetmek gerek.  O gecenin istatistiklerine baktım sonradan. 73, 428 kişi izlemiş Barcelona Zaragoza maçını. Bana kalsa orada 300 kişiydik derdim. Bazen topun sesini duyuyordum. Tenis maçlarındaki gibi bir izleyici kitlesi vardı. Her atılan adımı kalbiyle takip eden ancak dikkati dağıtacak hiçbir taşkınlık yapmayan, güzel hareketleri alkışlayarak onaylayan… Henüz yenilgisi olmayan bir takımın taraftarısınız, takımınız sahada harikalar yaratıyor. Maç boyunca hakem 3 veya 4 kere düdüğüne uzandı. Hiç itiraz olmadı. Bitime yakın bir oyuncu değişikliği oldu, o sırada erken çıkmayı hedefleyen çocuklu taraftarlar sessizce yerlerinden kalkıp çıkışa yöneldiler. Oyun bitince taraftar dağıldı, sokaklarda hızla yürüyerek şehrin doğal ışıklarla bezenmiş loşluğunda kayboldular.

Karşılaştırma yapmak adil olmayabilir, ancak Türkiye’ ye dönüş yolunda futbolla ilgili okuduğum makaleler bunu kaçınılmaz kıldı. Kırmızı kart olayı malum. Fırat Aydınus’un hatalı kararına eşiyle ilgili problemlerin sebep olduğuna kadar uzanan Freud’u bile bezdirecek analizler, karanlık komplo ihtimalleri, ruh halimizin geldiği noktayı anlamak açısından çok faydalı oldu. Ülke olarak sağlıklı düşünemez olduk. Birilerinin çıkarıp kırmızı kart göstermesinden delirmeye başladık.  Manchester United kafilesini karşılamaya giden GS taraftarlarının neden olduğu arbede uçaktan indiğimde ilk karşılaştığım görüntü oldu. Atatürk Havalimanı’nın gelen yolcu katındaki cam kapıları kırılmıştı. Polis biber gazı kullanmış… Kırmızı Şeytanları ürküttük, yaşasın…

Belki ben hayatı alttan alma dönemine girdim. Taşkınlıkları takdir ettiğim dönem sona eriyor. Kimsenin taşkın vurgulara maruz kalmaması gerektiğini düşündüğüm daha normal bir boyuta geçiyorum. Ve bunu gerekli görüyorum.  İstanbul’un Barselona’ya dönüşmesi mümkün müdür? Türk taraftarın Barça taraftarına dönüşmesi? İkisi için de ruhsuzlaşsın demiyorum. Seviyorum hop oturup hop kalkan şehrimi ve taraftarımı.  Sadece,  enerjiyi genel uyuma yaymak gerek. Yazının içinde önemli görünen yerleri koyu karakterle öne çıkarmaktan vazgeçmek gerek. Zira başkasına şaheser gibi görünen şantiye bana çok çirkin geliyor… Benim algıma vurgular yaparak hakaret etmeyi bıraksınlar. Taşkınlıklarla bebek gibi ilgi merkezi olmaktan vazgeçsinler… Beynime fiske vurmasınlar. Her şey ahenk içindeyken zaten layık olduğu ilgiyi görecektir…