Teşekkürler Limmud

Köşe Yazısı
21 Kasım 2012 Çarşamba

David OJALVO


İstanbul’da ilk defa 20 Kasım 2005 tarihinde düzenlenen Limmud Kültür Festivali’nin sekizincisini de geride bıraktık. Bu değerli etkinliğe katılmak, saygıdeğer konuşmacıları dinlemek, kendime bir kez daha ayna tutmamı sağladı. Zira hayat, bir anlamda ‘düşünsel bir gelişim’ demek. Limmud, beni geliştirdiği kadar, gelişimin neresinde durduğumu da görmemi, sorular sormamı sağlıyor. Örneğin,

Duyduklarımla, öğrendiklerimle içsel bir tartışma gerçekleştirebiliyor muyum?

Hangi konularda açığım var?

Aidiyetlerim adına bu yıl neler yaptım?

Kendimi, kendime ve başkalarına karşı ne kadar iyi ifade edebiliyorum?

Yanıtlar ve duygular çok yönlü… Özellikle de bu yıl! Tebessümü, gülümsemeyi sahiplense de insan; bir o kadar da keder ve sorular, sorunlar içinize işler. Başarının söz konusu olmadığı bir yer de vardır. O yerde gözyaşlarını, ilahi takdiri de taşımayı denersiniz… Bu doğrultuda hayatı devam ettirmek adına, Limmud bulunabilecek en güzel adreslerden biriydi.

***

Her sene olduğu gibi, festival günü izleyeceğim oturumları saptamak kolay olmadı. “Her seçim, bir vazgeçiş” sözünden hareketle, katılamadığım nice etkinlikte gönlüm kaldı.

Arif Çağlar, Deborah Lipstadt, Moris Levi, Beti Hayim Bekem, Yosef Grosman dinlediğim konuşmacılardı.

“İnançların dışında ahlâk olabilir mi?” başlığını taşıyan konuda Arif Çağlar, önemli tahlillerde bulundu. II. Dünya Savaşı ile birlikte ‘İnsana insan olduğu için, birey temelinde iyilik yapmak’ anlayışının yok edildiğini belirtti. Bugün bir refah, yarar kaygısı ile karşı karşıyayız. Sistem, kuşkucu ve kendisi ile yakın çevresinin yararını gözeten bireyi ortaya çıkartırken, bunun bedeli kayıtsızlık ve duyarsızlık olmakta. Giderek kırılması güç bir kısırdöngünün eseri olduk veya olma yolundayız kanımca. Değişimin ve duyarlılığın önemli bir dayanağı ise ‘tahammül’. Konu, özünde çok geniş ve çok derin. Çağlar’ın değindiği gibi, “insana, sadece insan olma” anlayışına değer veren bir yarın için, eğitim sisteminin iyileştirilmesi gerekmekte. Ne var ki eğitim sistemlerini iyileştirecek, inançları aşkın toplumsal bir ahlak idealini benimseyecek siyasal ve iktisadi bir sistemin de kurulması, bana ütopik ve uzak, çok uzaklarda görünüyor.

Mesafeleri karamsar algılasam da, pratik gerçekler hayatlarımızı şekillendirmeye devam ediyor. Toplumsal idealleri düşünürken, aidiyetimizin önemli bir parçası olan Türk Yahudi Cemaati’nin nerede durduğunu Moris Levi, yalın ve açık bir şekilde bizlere özetledi. İletişimin hızlandığı ve kaynakların çoğaldığı günümüzde, bir bilgi kirliliği ve algı karışıklığı yaşanmakta… Dini, sosyal, eğitsel değerler çerçevesinde, bir dayanışmayı, yardımlaşmayı ifade eder oysa cemaat. Toplumun genelinde tahammül sınırlı, bireyler çıkar odaklı yaşamaya yenilirken, sağduyuyu sahiplenmek kolay mı? Bir topluluğu yönetmek noktasında kanaat belirtmeye yetkin değilim; ama Moris Levi’yi dinlerken içimi kaplayan duygunun adı ‘samimiyetti’.

Günümüzün pratik gerçekleri kadar, geçmişin de acımasız derslerini dinlemekten uzak kalamayız. Beti Hayim Bekem ve Yosef Grosman oldukça ağır bir konunun altına girdiler ve ‘Holokost’tan sonra Tanrı inancını’ irdelediler. Farklı bakış açıları, farklı cevaplar veriyor elbet. Her halükârda, tarihin bu en acı gerçeğinin isyanı, dünya genelinde barış sağlanmadıkça, susmayacaktır. Kendi adıma, Spinoza’nın felsefesinden hareketle, “Tanrı Holokost’ta neredeydi?” sorusunu ‘yanlış’ buluyorum. Bu, büyük filozofun da işaret ettiği gibi, Tanrı’yı kişiselleştirmek, insan yerine koymaktır. Holokost’u düşündükçe kanımca en önemli sorulardan ikisi şu olabilir: Kötülük neden var? Bu konuda birey bugün ne yapabilir?

***

Günün birinde kötülük bitebilir mi? Bitse, insanoğlu ne yapardı? Pratik gerçeklerden, yeniden düşüncelere yönelirken, soruların sonsuz sayıda kalacağı ortada… Yaşamın bir anlamı da bu olsa gerek: soru sormak. Bu çaba, sancılı yönleriyle birlikte özünde keyifli bir iş; varoluşun ta kendisi.

Önümüzdeki senelerde daha nice Limmud festivalimiz olsun; böylelikle içimiz ve dünyamız aydınlansın.