Kar, Dersaadet ve St. Petersburg

Herşeyi yüzüstü bırakıp kısa bir süreliğine eski komünistlerin ülkesine gitim. Bizi buralarda her sene, ‘bu kış gomonizm gelecek ha!” diyerek korkuttukları için kültürüne uzak kaldığım Rusya’ya, St. Petersburg’a, Dostoyevski ve Puşkin’in şehrine gittim. Saf özgürlük günlerimi hatırladım.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
26 Aralık 2012 Çarşamba

Eskiden kar yağdığında tasasız iç dünyamızla çocuklarla yarışacak denli nasıl da sevinir, nasıl da doğanın görkemli, saf ve beyaz hediyesini renkli kutlamalarla karşılardı kirlenmemiş ruhlarımız... Geceleri usul usul uyanıp sokağa göz attığımızda al renkli dünyanın gecenin karanlığını bile dize getirdiğinin resmi nasıl da mutluluk ateşini yakardı yüreğimizde. Ah, güzelim günler... Tasasız, kaygısız, korkusuz yaşam. Hiç büyümeme sanısına kapılarak atılan düşüncesiz, hesapsız, sarsak, özgür adımlar. Safiyane hislerle hayatın tadını çıkarmalar.

Kar yağdığında, hele şehr-i İstanbul’u bembeyaz örtüyle kapladığında, bu görkemli ve cömert şehir eski ismine kavuşurdu bir gecede. Dersaadet’e dönüşürdü her yerde, her köşede ve yüreğimin her bölümünde. Zira beyaz misafir okulların tatili demekti, kahrolası sıkıcı günlük rutinin  dışına çıkmaktı. Az da olsa gençlik sorumluluklarımıza ara vermek demekti.

Velhasıl, saf özgürlük demekti.

Ve şimdi! Kar yağdığında aynı ak mucizenin, o doğanın eşsiz ve milyonlarcasının aynı tornadan çıkmış gibi, hatasız, çıplak vücutlu buz kristallerinin nelere mal olabileceğini görmenin tarifsiz telaşı, kaygısı ve giderek yarattığı sıkıntı dünyası. Mırıldanmak istersiniz o eskilerden meşhur dizeleri: “Karlar düşer / Düşer düşer ağlarım / Hep ismini / Hep ismini anarım...”

Dersaadet’i anarsınız o anlarda nitekim, yitirilmiş gençliğinizin özgür anlarıyla birlikte. Ve en çok da, üniversite yıllarında, Boğaziçi manzaralı yarım metre beyazlığında, ‘hayat, sana karşı bir – sıfır galibim işte’ naralarıyla yuvarlandığınız o unutulmaz anları. Saf özgürlüğünüzün parlak simgesi zamanları.

Heyhat, ağlamak, sızlanmak boşa kürek çekmek demek artık. Dersaadet, İstanbul’a dönüşünce hem dışımızda, hem de iç dünyamızda, kaybettiklerimizle değil kazandıklarımızla yetinmeye çalışacaksınız. Hep kaybedilmiyor bu hayatta sonuçta. Herşeyin yalan, gerçek olanın yaşadığımız an olduğunu anlıyorsunuz ve daha güçlüce sarılıyorsunuz şimdiye.

Ve böylelikle 2013’e girmeden önce kendime bir iyilik yapıyorum. Herşeyi yüzüstü bırakarak, kısa süreliğine anı yakalamaya çalışıyorum. Karın iklimine, bana eski günleri hatırlatacak bir iklime gidiyorum. St. Petersburg denilen Rus kentine gidiyorum.

On yıllardır kafalarımıza zerkedilen ya bu kış, yoksa da mutlaka bir sonraki kışta gelecek olan ‘gomonizm’in korkusundan olsa gerek hep bir uzaktan bakmışımdır Rusya’ya ve Rus kültürüne. Lakin habire de, sorardım kendime neden Dostoyevski’nin adının, yeryüzünün her bir köşesinde istisnasız, tarihin en büyük edebiyatçısı olarak anıldığını. Sonunda gittim gördüm ve anladım. Eksi on beş derece sıcaklıkta, her tarafın kar ve buz dağcıklarıyla dolu, gün ışığının bu dönemde sadece 4-5 saat olduğu, Dostoyevski ve Puşkin’in kentine gittim. İlkinin, düzene karşı çıktığı için Sibirya’da  geçirdiği on yılın onu dünyanın en büyük adalet arayıcısı  edebiyatçısı yaptığını anladım. Diğerinin ise devletin sevdiği bir şair olmakla birlikte büyük tutkularının, eşine göz kırpanı düelloya davet edecek ve oracıkta ölecek kadar trajediye neden olabileceğini gördüm. İstediğiniz kadar okuyun, araştırın ama bu ünlülerin oturdukları koltuğu bile ellediğinizde yaşanılanları daha iyi anlıyorsunuz.

Dostoyevski’nin adalet arayışı ile Puşkin’in tutkulu insan portresi, insanoğlunun en temel özelliklerini gösteriyor cümle aleme. Ve sonra ‘Deli Petro’yu yakından tanıyorum. Bizim ‘deli’ Rusların ‘büyük’ dedikleri St. Petersburg’u kuran, Rusya’yı Asya kültüründen Batı’ya doğru yol aldıran ünlü Rus çarını. Atatürk’ün Türkiye için yaptığını önceleri yapan, kendine özgü olağanüstü bir karakteri keşfediyorum. Her iki liderin de toplumlarını kozalarından çıkarıp yeni ufuklara yol aldırmasının meyvelerini yiyoruz kimilerinin inkârına ve burun kıvırmasına rağmen. Rusya bugün dünya liderlerinden biriyse bunun 18. yüzyılda ‘deli’ çarlarının batılılaşma politikalarının sonucu olduğunu söylemek hiç de abartı olmayacak. Türkiye de eğer, bugün bölgesinde lider konumundaysa ve parlak gelecek vaadediyorsa düşünmek lâzım nedenini, önyargısız, ideolojisiz temelde.

St. Petersburg’da tam 370 müze ve katedral bulunuyor dersek, beyaz örtülü ve bataklıklar üzerine kurulmuş bu şehrin dünyanın sayılı kültür ve tarih merkezlerinin en önemlilerinden biri olduğunu söylememize gerek kalmıyor. Yer, gök, her yer tarih ve kültür kokuyor. Aç beyinlere muazzam bir gıda sunuyor.

Soğuğuna, karanlığına rağmen, İstanbul’un tersine karın sizi rahatlattığı, beyninizi beyazlaştırdığı bir şehir, St. Petersburg.

Lakin ben Dersaadet’i özlemeye devam edeceğim..

***

Herkese, saf özgürlüğe yaklaşma ihtimalini göreceği yeni bir yıl dilerim.

Unutmayın, hayat beklemez.

Gün, bugündür...