8. GÜN

Sami AJİ Köşe Yazısı
3 Ocak 2013 Perşembe

- Baba?

- Evet,  kızım?

-Tanrı dünyayı 6 günde yarattı ve 7. gün dinlendi demiştin dün akşam…

-Doğru…

- Peki, 8. gün Tanrı ne yaptı?

- Güzel bir soru.  Ama bak, okul servisin nerede ise gelmek üzere; hadi hemen paltonu giy ve aşağı in.  Akşama konuşuruz, söz veriyorum.

Kızı gittikten sonra babayı bir düşünce aldı, mutlaka bir cevap bulması gerekirdi. O anda şaşkınlık, gurur ve mutluluk karışımı bir duygunun benliğini kapladığını hissetti.  Demek ki kızı anlattıklarını ilgi ile izlemiş, özümlemiş ve daha ilerisini merak edecek duruma gelmişti.

Merdivenlerden inerek arabasına yöneldi; binerken, kızını doğumundan birkaç gün sonra eve getirişini anımsadı. Onu kollarının arasına alarak merdivenleri çıkmış ve evin her köşesini ona tanıtmaya başlamıştı; bebek uyuyor ve uyukluyordu ama umurunda değildi. “Bak bebeğim, burası salonumuz hayatımızın önemli kısmı burada geçer¸ burada beraber oynayacağız. Biliyor musun, ben top oynamayı çok severim. Önce salonda oynayacağız, sen büyüyünce de parka gidip oynarız. Bu gördüğün mobilya kütüphane; kitapların dizildiği yerdir. Annen ve ben kitapları çok severiz. Göreceksin sen de çok seveceksin. Hem senin daha güzel kitapların olacak. Annen ve ben sana bunları okuyacağız.”

Hayallerden sıyrılıverdi. Boğaz köprüsünü geçmeye başlamıştı. Gördüğü manzara karşısında büyülendi. Güneş henüz sabahın hafif sisini dağıtamamıştı¸ Boğaz’ın Anadolu Yakası muhteşem bir tablo gibi gözlerinin önünde duruyordu: mavi, gri, sarı ve yeşilin tüm tonları inanılması güç, taklit edilmesi imkânsız ahenkle, mucizevî bir resim oluşturmuşlardı. Bu güzelliği mutlaka biri ile paylaşması gerekirdi. Hemen evi aradı ve karısına manzarayı anlatmaya başladı. Karısı alaylı ama tatlı bir sesle, “Benim hayalperest ve romantik kocacığım lütfen telefonu kapat ve önüne bak; akşama bana bütün ayrıntıları veririsin,”. Bu telefonun eşini mutlu ettiğinden emindi.

Onu ilk tanıdığı an gözünün önüne geldi. Dernekteki oturma salonuna girdiğinde onu derhal fark etmiş ve ilişki kurmayı çok arzulamıştı. Ama o yıllar şişman, kaba saba, dans etmesini bilmeyen, hele kızlarla konuşmaya başladığı anda yüzü kızaran bir erkekti. Onun gözüne girmek için bir şeyler yapmalıydı. Biraz giyimine özen göstermeye başladı. Arkadaşlarını gözetleyerek biraz dansını ilerletti ve sırf onun nazarında itibarının artması için dernek yönetimine girdi ve başkan oldu. Sonunda istediğini elde etmişti; artık daha sık konuşmaya, görüşmeye başlamışlardı... Görüşmelere ve buluşmalar kademeli olarak sevgiye dönüşmüş ve sonunda emeline ulaşmıştı…

Köprü gişesine geldiğini fark etti ve parayı memura uzattı, “Günaydın nasılsınız bugün?”  Memur beklemediği bu yaklaşıma, belirsiz bir tebessümle  “Sağ olun” diye cevap verdi.

Arabayı hareket ettirip yoluna devam ederken, gişe memurunun şaşkın hali hoşuna gitmişti.

Az sonra plazaya vardı ve direkt garaja girdi. Her zaman olduğu gibi dördüncü kata çıktı. Ancak her gün yaptığının aksine çalışma arkadaşlarının bulunduğu salona yöneldi; her bir çalışanın ayrı ayrı hatırını sordu ve şakalaşmaya başladı “Ne oldu, Fenerbahçeli, bugün karalar bağlayacağını sanıyordum”,  “Ayşe, sen hala buralarda mısın? Bebeğini de workaholic mi yapacaksın?” “ Nedim ne bu hal? Sen de dazlaklar modasına mı uydun?”  Tüm salon sabah mahmurluğundan sıyrılmış, canlanmıştı.

Odasına yöneldi… Sekreteri günün notlarını hazırlamıştı bile… Her zamanki gibi teşekkür etti ve her zamanki gibi “arayan oldu mu?”diye sordu. “Evet, efendim, Mehmet Bey aradı ve dünkü toplantı için size teşekkür etti ve sevgi ve saygılarını iletmemi söyledi”.

O anda baba önce gülümsedi sonra birdenbire çok ferahladığını hissetti; kızına vereceği cevabı bulmuştu: Tanrı sekizinci gün tüm yarattığı varlıklara uyum içinde yaşamaları için SEVGİ’yi hediye etti, diyecekti.