Çile bülbülüm çile

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
13 Şubat 2013 Çarşamba

Çocukluk ve gençlik yıllarındaki gelişimin ve eğitimin önemi üzerine sayısız atasözü var, ama en iyi tanımlayanlardan birisi, ‘Ağaç yaşken eğilir’. İnsanın yaşı ilerledikçe atasözlerine ilgisi artıyor mudur, nedir, karşılaştığım her durumda aklıma bir atasözü gelmeden olmuyor. Bunu söylediğim arkadaşlarım atasözlerine merakımın eskiden beri olduğunu alaycı bir dille (‘sen hep yaşlı ruhluydun’ manasına) hatırlattıklarında, bu sefer de ‘yedisinde neyse yetmişinde o’ sözü aklıma geliyor. Gerçekten hiç değişmiyor muyuz? Nasıl başlarsak öyle mi gidiyoruz? ‘Can çıkar huy çıkmaz’ diyen atamız her kimdiyse ve bu kanaate nasıl vardıysa bilmiyorum, ancak sözüne destek çıkacak olan çoktur. 

Ağaç yaşken eğilir sözünün açıklama gerektiren bir bölümü var; ağaç ne zaman kuruyor, eğilmesine imkân veren ‘yaş’ dönem ne zaman sona eriyor? Günümüz beyin bilimlerinin en çarpıcı bilgilere ulaştığı alanlardan birisi gelişim. Beynin yapısının ve ana gelişim aşamalarının genetik olarak kodlanmış (ve sağlama alınmış) olduğu sıçrama dönemleri var. Ne kadar sıçrayacağınız kısmen genlerinizin dizilişine, önemli ölçüde de nasıl beslendiğinize, nasıl yetiştirildiğinize, nasıl muamele gördüğünüze ve nasıl eğitildiğinize bağlı olarak değişebilir. İnsan beyninin gelişimindeki sıçramaların olduğu dönemler kabaca 0-3 yaş ve 12-18 yaş arasında.

Böyle belli yaş dönemlerini belirtip söylediğimde sanki bu dönemler dışında beyin durup kalıyormuş gibi anlayanlar olmasın diye düzeltmeme izin verin. Belli dönemler sıçraya hoplaya beyin gelişimine sahne olurken, sıçramalı olmayan gelişme dönemleri ise tüm ömüre yayılıyor.

Gelişmenin boyutu ve hızı açısından düşünürseniz, elbette yaşı daha ileri olanların yeni bilgiyi alması daha çok zaman ve emek gerektiriyor. Aklınıza çocuklarımızın ya da torunlarımızın bizim neresine basacağımızı bir türlü bilemediğimiz akıllı telefonlarla yarattıkları harikalar gelebilir; gelmesin. O beceriler henüz büyük bir sıçramalı gelişim gerektirmiyor; aksine beyinin sıçramalı gelişimi döneminde zirve yapan dil becerilerinin özellikle kelime sayısı, ifade zenginliği gibi zamanla daha çok kazanılan becerilerin gelişkinliği ekrana dokuna dokuna yapılan becerilerdeki ustalığı negatif bile etkileyebiliyor. Okumuş yazmışlık (giderek demode ya da ‘out’ bir kavram!) cep telefonu dijitalliğine zararlı anlayacağınız; bu satırların okuruysanız hele beynin (günümüzde makbul sayılan bakış açılarına göre) yanlış tarafını fazla geliştirmiş durumdasınız.

Yaş ilerledikçe kazanılan ne mi? Ana gelişimlerini tamamlamış beyin bölgelerinin arasındaki bağlantı şebekesinin yoğunlaşması. Kazanılmış bilgi ve becerinin birbiriyle ilişkili ve eşgüdümlü olarak kullanılmasını sağlayan bir tür ulaşım ağı diye de düşünülebilir. Böylece karşılaşılan durumlara ilişkin çözümler mamul halde stokta bulunmasa da, çözümü oluşturacak parçalar daha hızla bir araya getirilip çözüm ‘üretilmiş’ olur. Peki, bu bağlantılar nasıl oluşuyor, ya da nasıl çoğaltılıyor? Zengin deneyimlerle karşılaşarak. Örneğin, gezmenin, insanlarla temas etmenin, hayal kurmanın, okumanın geliştirici etkisi kesin. Beyinde gelişime hizmet eden bir başka bağlantı oluşturucu ise, sıkıntı çekmek. Hemen kaşlarınızı kaldırmayın, binlerce yıldır insanların kişisel gelişim reçetelerinin başında geliyor. Zorlayıcı işler yaptığımızda, zihnimizi bir çıta yukarıda kullanmaya gayret ettiğimizde, kısacası ‘efor’ gösterdiğimizde, kapasitemizi bir parmak yukarıya taşıyoruz. Eskilerin sıkıntı yerine ‘çile’ kelimesini tercih edeceklerini tahmin ediyorum, ama günümüzde trafik çilesi gibi pek de geliştirici olmayan beyhude sıkıntılar için kullanılan bu kelimeyle kat edilen vaktiyle keşişlerin, dervişlerin Tanrı katına yakınlaşmak için çektikleri çileden çok farklı.

Geliştirici çile içi o kadar ileri gitmeye gerek yok, çoğumuzun geçmişe dönüp bakıp da kişisel gelişimlerine en çok katkısını gördüğü dönemlerin en azından yaşandıkları sırada çileli zamanlar olduğunu söyleyebiliriz. Askerlik, yatılı okul gibi dönem örnekleri bir yana, öfleye püfleye tamamlanan kalın kitapların ve sıkıcı filmlerin, sıkı hocalardan söke söke alınan notların hayatımızdaki yeri bir yana, beyin dokusunun gelişimini sıçratıcı etkileri tartışmasızdır. Işin ilginci, bu çileli yıllar, daha sonraki zamanlarda pek öyle berbat zamanlar olarak değil bir başarı öyküsü şeklinde hatırlanır; bir vartayı atlatabilmiş olmanın verdiği mutlulukla dönüp dolaşıp o sıralarda yapılanlar anlatılır durur.

İzmir’den Akhisar’a doğru giderken yolun sağında bir lokantanın reklam levhasını görürsünüz: Çileli Fasulye. Kaç kilometre kaldığını gösteren levhaları izleyerek vardığınızda, biber-domates salçalı sıvısı içinde iyice helmelenmiş kuru fasulyenin lezzetinin sırrını aşçıbaşına sorunca, ‘cevabı isminde’dir. Çok çile çekmiş olan kuru fasulye lezzeti olabildiğince damıtmıştır.

Kimseye çileli bir hayat dilemem, ama basit sıkıntılardan, fazladan zahmetten kaçınmayın. Beyin dokunuzun gelişimi, zaten var olan kısımların işbirliği içinde çalışması, bağlantıların artması için birazcık zorlanmak iyi gelir.