Yitik sevgilinin peşinde

“Gerçek mutluluk bu dünyada yok. Belki sadece, öldüğümüzde, ölüm bize ıskalanmış maceramızın anahtarı ile devamını ve sonunu sunacak.” Bu hüzünlü sözler yitik sevgilisini arama yolunda hayata erken veda etmiş ünlü bir yazara ait. Tam bir trajik hayat hikâyesi...

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
6 Mart 2013 Çarşamba

“Mutluluğu arıyorsan yüksek bir yere çık, gün boyu uğuldayan rüzgârı dinle. Kabuğunu terket ve rüzgârın yanağına kondurduğu ılık öpücüklere bırak kendini, gözlerinden süzülen yaşlara aldırmadan.”

***

Siz hiç 18 yaşında gördüğünüz bir kıza bir günde vurulup tüm hayatınızı onu aramakla geçirdiğiniz oldu mu?

Bugünlerde edebiyat dünyası geçtiğimiz yüzyılın en önemli romanları sıralamasında ilk onda adı geçen ‘Le Grand Meaulnes’un yayınlanmasının 100. yıldönümünü kutluyor.

Anglosaksonların bile büyük itibar gösterdiği, ünlü ABD’li aykırı yazar Jack Kerouac’ın çarpıcı romanı ‘Yolda’nın kahramanın tüm Amerika’yı dolaşırken elinden düşürmediği roman. Scott Fitzgerald’ın, The Great Gatsby’sine ilham veren ünlü yapıt. Henry Miller’in her vesilede bahsettiği eser. John Fowles’in “tüm hayatıma musallat oldu” dediği roman... Yazarı ise sadece 28 yıl yaşamda kalan dahi Fransız Alain-Fournier...

Fournier, yazabildiği tek ama tüm dünyanın hayranlığını alan eserinde 18 yaşındaki bir gencin tanıştığı gün aşık olup aynı gün kaybettiği genç kadını yeniden bulmak için girdiği büyük sıkıntıyı ve  mutluluk özlemiyle kurduğu düş dünyasından yaşamın gerçeklerine döndüğünde uğradığı hayal kırıklığını anlatıyor. Bir değer deyişle Fournier yetişkinler dünyasını alabildiğine eleştirirken çocukluğunun cennetinin özlemini dile getiriyor.

Nostalji dediğimiz de bu değil midir son tahlilde? Hep bir geçmişimizin ve özellikle masumiyetimizi henüz kaybetmediğimiz çocukluğumuzun tasasız, korkusuz ve ‘iyi ki yaşıyorum’ dedirten anlardan oluşmuş erken hayatımızın beyhude özlemi değil midir?

Alain-Fournier de otobiyografik romanına hayatını yansıtıyor aslında. Zira o da yaşamının büyük bölümünde, aşık olduğu ve sürekli aradığı kadının peşinde oluyor...

***

Henüz 18 yaşındayız. 1905’in harika bir Paris gününde Alain-Fournier, Grand Palais’deki bir sergiden çıkarken yaşlı bir kadınla yürümekte olan çok alımlı, sarışın bir genç kız görür. Vurulur hemen. Evine kadar takip eder. On gün sonra aynı yerde, bu kez kızı yalnız görür. Seine kıyısında ona yanaşır ve beraber yürümeyi teklif eder. Yvonne de Quiévrecourt adlı genç kız nişanlı olduğunu ve ertesi gün Paris’i terk edeceğini söyleyip Invalides Köprüsü’nde ona veda eder. Giderken arkasına bakıp Alain’le tekrar göz göze gelir. Lâkin Yvonne, gerçekten de yok olur. Yazarımız aylarca aynı yere gider görebilme umuduyla. Nafile bekler. 1907’de dayanamayıp kızın bir zamanlar oturduğu eve gider ve kötü haberi alır. Yvonne evlenmiştir. Özel dedektif tutarak yeni adresini ama bir çocuğu olduğuna da öğrenir. Tekrar yıkılır. Müthiş bir melankoliye girer. Kayıp sevgiliye tutkuyla bağlanmanın kendi doğasına uygun olduğunu kabul eder. Onu unutmaya çalışır. Bir süre Londra’da yaşar. Paris’e döner ve Paris-Journal’de yazdığı ve kayıp sevgiliye adadığı şiirler onu Fransız edebiyat dünyasına sokar. Andre Gide ve Paul Claudel ile tanışır. Onca kısa aşk macerasına rağmen Yvonne’u bir türlü unutamaz.

Alain, özlem duygularıyla, kayıp sevgiliyi arayışını anlattığı romanını yazmaya başlar. 1913’te tam yayıncıya teslim edeceği sırada, sekreteri olduğu ünlü bir siyasetçinin artist eşi, Simone Casmir Périer ile yasak bir ilişkiye girer. Yvonne’u unutma adına bu kadına bağlanmaya çalışır. Lâkin hayat ona yeni bir sürpriz yapar. Kendisine mektupla ulaşan Yvonne ile Rochefort’da tam 4 gün birlikte geçirir. O buluşmadan aklında kalan, kadının ona, “3 yıl önce buluşsaydık her şey farklı olurdu” sözü olur. Alain-Fournier, romanının tamamını ona gönderir. Yvonne notlarla geri gönderirken, eşi ve çocuklarına bu garip ama ölümsüz 8 yıllık aşkı anlatır.

“Le Grand Meaulnes” yayınlandığı anda büyük ses getirir. İki evli kadın arasında kaldığını sandığı gün, Alain’e hayat ona yeni bir sürpriz yapar.

Birinci Dünya Savaşı çıkar ve cepheye gider. Verdun civarında Almanlarla silahlı çatışmaya girer ve kendisinden bir daha hiç haber alınmaz.

Alain-Fournier savaşın bitiminde herkes tarafından beklenir, esir olduğu sanısıyla ama ortaya çıkmaz; zira o gün ölmüştür. Kemikleri tam 77 yıl sonra, 1991’de, çatışmanın olduğu bölgede bir çukurda arkadaşlarınınkiyle birlikte bulunur...

Yvonne de Quiévrecourt, Alain’in ablasına çok sonraları yazdığı mektupta kendisini ziyaret etmemesine gerekçe olarak, Alain’in onu içine hapsettiği aurasında kalmaktaki tercihini gösterecekti. Romandaki kadın gibi, hep uzaklarda yitik sevgili olarak...

***

Alain-Fournier bugün dünya edebiyatına kendini ve kayıp aşkını anlattığı tek romanıyla hükmediyor. Nedeni basit:

Yitik aşkların peşinden kimimiz gitmedi ki?.. Çocukluğumuzun masumiyet hatıralarını hangimiz unutmak istiyor ki?...

Cepheye gitmeden önce son sözü şu olacaktı Alain’in:

“Mutlu ayrılıyorum ama gerçek mutluluk bu dünyada yok yine de. Belki sadece öldüğümüzde, sadece ölüm bize bu ıskaladığımız maceranın anahtarı ile devamını ve sonunu sunacak”...´