Şair…

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
6 Mart 2013 Çarşamba

“Ne iş yapıyorsunuz?” dedi kız.

“Şairim” dedi oğlan.

“Şair mi?” dedi kız.  Gülümsedi. “Yani bir iş yapmıyorsunuz.”

Bu diyalog, yaklaşık on gün evvel vizyona giren Kelebeğin Rüyası’ndan bir sahne… 

***

Belçim Bilgin’in canlandırdığı Suzan karakteri aslında naif bir biçimde söylüyor bunu, yani şairliği, yazarlığı iş olarak görmediğini. Film İkinci Dünya Savaşı sırasında, Zonguldak’ta geçiyor. Mükellefiyet kararı yüzünden maden ocaklarında çalışmak zorunda kalan köylüleri anlatıyor ilk sahnelerde.  Sonrasında bu olaylara fazla değinmeyip, vereme yakalanan ikisi de şair olan iki arkadaş Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu ile yeni tanıştıkları saygın bir ailenin kızı olan Suzan’la olan arkadaşlıklarını konu alıyor.

Aslında filmde çok daha akılda kalıcı replikler var; “En güzelinin bir şiirlik canı var” veya “Acıyı çağırma, bizde bolca var” gibi… Ancak yazıya verilen emeğin, hiçbir şey yapmamakla aynı değerde olduğunu ima eden “Yani bir iş yapmıyorsunuz lafı” belki de yazı yazmayı sevdiğimden -tabii ki kendimi Behçet Necatigil’in öğrencileriyle karşılaştırmıyorum- beni acıtıyor. Filmde Muzaffer karakterini canlandıran Kıvanç Tatlıtuğ, bu cümle karşısında tepki bile göstermiyor.  Galiba 1940’larda alışılmış bir tepki bu, nitekim Muzaffer’in babası da bir sahnede oğlunun bir baltaya sap olamadığını ima ediyor. 

***

Şiir yazmak, bence yazı yazmaktan çok daha zor. İlkokuldan beri hiç şiir yazmadım, şiir yazabilmek daha fazla duygu ile daha fazla kalpten yazmak demek. Gittiğim bir yazı kursunda öğretmenimiz bize “Neyi en iyi biliyorsanız, onu yazmaya başlayın” demişti. Kelebeğin Rüyası’nda da verem, acıları ve aşkları Rüştü ve Muzaffer’in ilhamı oluyor. Filmi seyretmeyenler için mahvetmek istemiyorum, dolayısıyla çok etkilendiğim bir sahneden bahsedemiyorum. Seyredenler için ise; duvarları acılar dolduruyor. Bir de oyunculuk çok iyi; Belçim Bilgin de, Mert Fırat da, Kıvanç Tatlıtuğ da başarılı… Tatlıtuğ sadece yakışıklı bir Behlül olmadığını, bu filmde yine gösteriyor. 

Filmin bir bölümünde Heybeliada Sanatoryumu gösteriliyor. Çocukluğunu Prenses Adaları’nda geçirmiş insanlar için, filmde sanatoryum bile olsa adayı görmek güzel geliyor. Çam ağaçlarını, denizi, faytonları, ada evlerini görmek… Heybeliada’nın veremli hastalara şifa veren sanatoryumu 2005 yılında kapanmış. Kapatılma sebebi olarak deniz yoluyla ulaşma zorluğu ve hasta sayısı azlığı gösterilse de, herhalde sadece ikinci sebep geçerlidir. Nitekim 1924’den 2005’e kadar ulaşılabilmiş.

Dileğimiz adalara sağlıklı olarak ve güzel günler için gitmek olmalı zaten… Bir de belki daha çok denize bakmak ve daha fazla şiir okumayı denemek.