Tezer Özlü’den armağan

Köşe Yazısı
10 Nisan 2013 Çarşamba

David OJALVO


Kitaplar, manevi birer hazinedir. Eskiden bana önerilen kitapları bir kenara not eder, hafızamda tutmaya çalışırdım. Bugün liste öylesine uzun ki, artık kayıt tutmuyorum. Dostlarım bana öneride bulundukları zaman gülümsüyorum. Bu gülümse ağırlıklı olarak mutlu; zira her paylaşım kitaplarla, edebiyatla bağımızın güçlendiğini hissettiriyor. Gülümsememin buruk tarafı ise, zaman sorunu... Hangi yazara, hangi kitaba öncelik vermeli? Raflarda kitapları inceledikçe, gelecek adına söz vermekten başka yol yok gibi…

***

Bu yılın başında bir dostumun bana özel bir ismi hatırlattı. Yüreğim, ruh halim, yaşadıklarım bu ismin önceliği çoktan hak ettiğini söylüyordu. Böylelikle bir şubat gecesi Tezer Özlü’nün eserlerini okumaya başladım.

Son romanı 1984’te yayımlanan bu zarif yazarın bana ve kuşağıma anlatacakları vardı. Sırasıyla Tezer Özlü’nün Ferit Edgü ile mektuplaşmalarını, ‘Eski Bahçe – Eski Sevgi’yi, ‘Kalanlar’ı, ‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’ni ve ‘Yaşamın Ucuna Yolculuk’u okudum. Özünde birkaç günde ele alınabilecek bu ince kitapları ağır ağır okudum. Zira yoğundular, hem de çok yoğundular. Akıcı, asil bir anlatımda varoluşun zarafetini izledim. Toprak, gökyüzü, gün, gece, sokaklar, meydanlar, yollar… Bazen “Yaşamak zor” deriz, kendimizi anlamlandırmaya çalıştığımız bir karmaşanın içinde buluruz. Bu öyle bir karmaşadır ki, bireyi de aşar, çevremizi etkiler, kitleleri etkiler. Sonunda “Ne olacak bu dünyanın hali?” gibi sorular kurarız. Bu soru da, bir sınır gibidir. Yanıt üretmenin değeri nerededir? Uygulamadan yoksun kaldıkça duyarlılık çerçevesinde bir ızdırap da hissedilir. İsyan da oradadır. Yer yer karamsarlık da çöker ve varoluruz. Varoluş tüm sadeliğiyle benliği kuşatır, kendini ifade etme ihtiyacını doğurur. Tezer Özlü’nün yüreğimi ısıtan, güneşe daha emin bakmamı sağlayan anlatısı da işte tam buradadır. Onun edebiyatı, içselleştirmemiz gereken bir pusula yer yer… Yapılandırılmış bir sistemde, kaybolduğumuzu duyumsadığımızda, sığınabileceğimiz doğru bir manevi adres, varoluşun ta kendisi olabilir. Yer ve gök arasında hür, gün ve geceye dokunarak, her türlü kavramı özgürleştirerek. Özünde, “insan insanın kurdu” olmak zorunda değil, “insan insanın aynası” da olabilir(di).

***

‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde dikkatimi çeken, Tezer Özlü’nün ruh ve sinir hastalıkları kliniklerinde yaşadığı deneyimlere de yer verişiydi. Onun yaşadığı dönemdeki koşullar, tedavi imkânları ne düzeydi? Bu sorular, daha iyi gelecek adına irdelenebilir ve gelişmeler kolay gerçekleşmiyor. Yazarın algılarına önem veriyorum. En azından, bu deneyimlerdeki ürkütücü yaşanmışlıklar vicdana hitap etmekte. Bugün hâlâ birçok açıdan büyük sorunlar var. Sorunlar da, az önce değindiğim gibi çatışmalı, karmaşaya varan boyutlara ulaşabilmekte. Duyarlılığın gerektirdiği ise, kaçmamak ve kısık döngüleri kırabilmek… Sonuçta varoluşun sadeliğini içselleştirdikçe, tıpkı Tezer Özlü’nün de ifade ettiği gibi, “yaşadığımız sürece bir şeyler yapmak zorundayız.”

***

Tezer Özlü, anlatısının yanı sıra bize bazı isimleri önermekte. Rilke ve Pavese hatırımda. ‘Yaşamın Ucuna Yolculuk’ta, yazar, Torino’ya yolculuğunu ve orada intihar eden Cesare Pavese’nin izini sürüşünü anlatıyor. Kitaptaki Pavese alıntıları, merakımı uyandırdı. İçimi buransa, bu derin yoldaşlığa, kaderinde de hazin katkısı. Pavese, 42 yaşında intihar etmişti, Tezer Özlü ise talihsiz bir hastalık nedeniyle 43’ünde dünyamızdan ayrıldı. O, ihtiyarlık kadar gençliğe de inanmıyordu. Sanırım, geriye dönüp üzülmemizi de istemezdi. Bense, üzüntünün yaratıcılığa katkısına inanıyor ve bunu seçiyorum. Onun edebi pusulası ile bu yönde ilerleyeceğim.