Her şeye rağmen, ormanlarımız

Sami AJİ Köşe Yazısı
24 Nisan 2013 Çarşamba

8 Nisan 2013 tarihinde İstanbul’da uluslararası bir ormancılık kongresi toplanmıştı. Kongrede ormanların faydaları hakkında bildiriler ile modern orman işletmeleri hakkında muhtelif örnekler sunulmuş ve bazı ülkelerde son 100 sene içinde orman sahalarını nasıl arttırdıklarını izah etmeye çalışmışlardı.

Bu toplantı beni 20 kadar sene evveline götürdü. Eşimle Bursa’ya gezmeye gitmiştik. Otelimizden çıkıp eski şehre doğru yürürken karşımıza geniş bir bahçe içinde inşa edilmiş beyaz görkemli bir köşk çıktı. Bahçe kapısında ‘Orman Müzesi’ yazılı idi. Türkiye’de böyle bir müzenin varlığından bile haberimiz yoktu. İçeri girdik ve binaya yöneldik. Kapı kapalıydı ve etrafta kimse görünmüyordu. Zile bastık; orta yaşlı bir bey kapıyı açtı:

“Buyurun, ne istiyorsunuz?”

“Efendim, müsaade ederseniz, müzeyi gezmek istiyoruz.”

Adamcağız önce biraz şaşırdı, sonra yüzü birdenbire aydınlanıverdi.

“Tabii, rica ederim buyurun; ben hemen ışıkları açayım rahat rahat gezersiniz.”dedi. Ve dolaşmaya başladık. Gerçekten çok ilginçti. Ormanla ilgili her türlü tarihi belgeler, tarih boyunca ormancılık aletleri, bazı mumyalanmış hayvanlar, ağaç fosilleri güzel bir şekilde sergilenmişti.

İkinci kata çıktığımızda, duvarlardan birini neredeyse boydan boya kaplayan bir harita vardı ve altında şöyle bir ibare konmuştu: “Türkiye Ormanları Haritası -1926”. (Harita’nın içeriğinin çok büyük bölümü Arapça karakterlerle yazılmıştı.)

Şaşırmıştım. Siz de bir düşünün. Demek ki, daha Cumhuriyetimizin kuruluşunda çözülmesi gereken bu kadar sorun var iken- hükümetin, ormancılığa adeta büyük bir öncelik vermesi ilginç değil mi? Ve o tarihte ormanlarımızın kapladığı alan rakamını zorlukla buldum haritada, Arap harfleri ile belirtilmişti. 7.5 milyon hektar yani topraklarımızın takriben yüzde 9’u diyebiliriz. O tarihte ülke nüfusu takriben 13,5 milyondu.

Şimdi günümüze doğru gelelim. Geçen seksen yıl içinde, nüfusumuz neredeyse, 5,5 misli oldu, şehirleşme oranımız ve şehirlerin kapladığı alanlar ise kıyaslanmayacak derecede artmış durumda. Tüm bunlara ilaveten, ulaşıma ve enerjiye yönelik devasa yatırımlar ve paralel olarak yaratılan sanayi bölgeleri de muazzam alanları kaplamış.

Bir de bunlara 80 yıldır, her yaz mevsiminde tüm medya organlarınca yayınlanan orman yangınları, bazı kişi ve kurumlarca yayınlanan erozyon haberlerini ekleyin. İlk bakışta orman alanlarımızın azaldığı neticesini çıkarmamız gerekmez mi?

O zaman günümüz istatistiklerine göz atalım… 2001 yılında yapılan tarım sayımına dayanarak yapılan hesaplamalara göre 2011 yılında ormanlarla kaplı sahalar 21,5 milyon hektar yani ülkemizin yüzde 27’sine ulaşmış. Diğer bir deyimle 80 senede ormanlarımız 3 misli artmış durumda. Ve rahatlıkla yeni yüzyıla girerken orman varlığını arttıran nadir ülkelerden biri olarak tanımlanabiliriz.

Bu neticeye ulaşmakta, Cumhuriyet hükümetlerinin 1923 yılından beri ormancılığa verdiği önemi birincil faktör olarak saymak gerekir. 1923’ten 1939 yıllarına kadar muhtelif Avrupa ülkelerinden sürekli yabancı uzmanlar ülkemize gelmiş, belirli süreler kalarak ormancılıkla ilgili plan ve programları hazırlamışlar ve en önemlisi kaliteli elemanların yetişmesine öncülük etmişlerdir. Bu kişiler ve onların takipçileri, bu plan ve programları uygulayarak veya onlardan ilham alarak büyük bir özveri ve tevazu ile yürüttükleri çalışmalar sayesinde orman varlığımız sürekli artmış ve artmaya devam edecektir.

Orman Müdürlüğü sitesinden edindiğim bilgiye göre, varlığın saha olarak arttırılmasına paralel olarak verimli işletmecilik açısından da geliştirilmesine önem verilecek ve AB standartlarına ulaştırılacak. Yukarda bahsettiğim kongrede sunulan tebliğler ile sunulan görüşler bu maksada yönelik olacak.

Hafta sonları Belgrad Ormanları’nda koşarken, Karadeniz dağlarında trekking serüvenlerine katılırken, veya Bey Dağları ormanlarında cip turlarını yaparken sessiz sedasız fakat büyük fedakârlıkla çalışmış ve çalışmakta olan insanlarımızı lütfen hatırlayın ve onlara manen de olsa teşekkürlerinizi göndermeyi unutmayın.

Not: Bu yazımı yıllar önce, eşim ve beni Kaş yöresinin 1800 metre yüksekliğindeki dağlarda gezdiren ve inanılmaz güzellikleri görmemizi ve tanımamızı sağlayan orman bekçisine ve ailesine ithaf ediyorum.