Çıkış yolu iletişim

Bir insan ötekini tanımadığı sürece onu yanında istemez, ona karşı tavır alır. O halde bu kadar farklı etnik ve dinsel çeşitliliği olan toplumlar ayırımcılığa düşmeden nasıl birlikte yaşayacaklar? Bu sorunun cevabını, dün Jurgen Habermas vermişti, bugün de doğadan yola çıkarak Avustralyalı bilim adamları veriyor. Bir de bir okurumuz.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 0 yorum
15 Mayıs 2013 Çarşamba

Geleceğe yönelik umutla bakmamı sağlayan, hayatımda aldığım en iyi mesaj bir ŞALOM okurundan gelmişti iki ay önce. Gazetede çıkan bir bahar özlemi yazısına atfen gelen bir e-postada şöyle demişti bir okurumuz:

“İnterneti keşfeden, bunu her yere, herkese sunan her kim ya da kimler ise bence cennetlik... Zira bu yazıyı okuyamazdım yoksa, çünkü yazı Şalom’da yayınlanmış ve ben bir Müslüman olarak hangi önyargıyı yıkıp bu gazeteyi alacaktım. Ne tuhaf, yetiştirildiğimiz egomuz öyle bir ağır ki, etrafımıza, olup bitene bakmak gibi bir alışkanlığı hiç edinmedik. Oysa bahar geliyor diye bu kadar mutlu olan bir Yahudi ise ve Müslüman olan da bahara seviniyor, içi kıpır kıpır ise, yaşanacak olan bahar herkes için değil mi? Farklı ırktan, kökenden, dindar olanlara baharı çok görmek, benden senden gibi kavramlarla ötekileştirmek baharın gelişini ertelemiyor ki. Bir zamanlar adını anmaktan bile korktuğumuz, hiç tanımadığımız halde kaçıp uzak durduğumuz bu gazete nasıl da benden bir şey, nasıl bizi anlatıyor aslında, köşede kıyıda kalmış bizleri...”

***

Bir yıl önce yapılan bir kamuoyu araştırmasında Yahudileri ve Hıristiyanları komşuları olarak görmek istemeyenlerin oranı yüzde 60’larda çıkmıştı bu coğrafyada. Lakin bunun en ilginç yanı bu yüzde 60’ın yüzde 80’inin hayatlarında hiçbir zaman bir yahudiyle tanışmamış olmasıydı.

İnsanın tanımadığı birini komşu istememesi anlaşılır bir öz savunma dürtüsü olabilir. Postmodern zaman insanı yalnızlaştırıyor, ötekine karşı savunmacı konuma sokuyor, zira ona güvenmiyor, ondan korkuyor. Ötekiyle iletişime geçmekten bile sakınıyor. İletişimsizlik ötekini tanıyamamaya ve giderek onu tanımamaya ve yoksaymaya itiyor.

Yukarıdaki o umut verici mesaj bir ezberimizi bozmuş oluyor nitekim. O ‘güzel’ insan tanımadığı ve hatta önyargıları nedeniyle tanımak bile istemediği insanların kendi gibi duyguları olduğunu ancak onu dinlediği, onunla iletişime geçtiği zaman anlıyor ve görüyor. İşte ‘mesele’ burada yatıyor...

Batı uygarlığı, iklimine demokrasiyi getirmesiyle birlikte demokrasi öncesi dönemlerine göre farklı toplumsal sorunlarla uğraşmakta. Zira düşünce ve ifade özgürlüğü insanı ‘öteki’nin duygu ve düşüncelerinden ayrılabilme ve bunu da en açık ve hatta en sert şekliyle gösterebilme olanağı sağlamıştı. Sonuçta, demokrasi fikirler mücadelesi tiyatrosu yaratmış, lakin kimi zaman da aralara duvarların örülmesine mani olamamıştı.

Postmodern düşünce, aklın mutlak mantığına inanmaktan çok, söylemlerin rölatif olduğu düşüncesinden hareketle mutlak aklın olmadığını, olsa olsa farklı ve değişken aklın bizleri ele geçirdiğine inanır. İşte bu kaotik ve ötekini anlama konusunda sorunlu iklimi çözmek için, yaşayan en ünlü düşünürlerden Jurgen Habermas iletişimin önemine vurgu yaparak felsefi söylemini iletişimsel eylem teorisi üzerine kurar. İletişim veya diğer deyişle diyalog, Habermas’a göre demokratik uzlaşı için yegâne metottur. Bu sistematiği kurmakta ise en büyük motor yine akıl olacaktır. Aklın yöneteceği diyalog ve iletişim bize ötekiyi en azından anlamayı ve dolayısıyla kaotik ortamda birbirimize zarar vermeden birlikte yaşamayı mümkün kılacaktır.

Habermas halkla ve ötekiyle diyaloga önem veren Sokrates gibi, insanlarla iletişim içinde olmanın toplumsal barışın en önemli kurucularından biri olduğuna ve kendi düşüncesine zıt akılla, diyaloga girmenin zor olmakla birlikte konsensüs yolundaki en anlamlı ve sonuç getirici bir eylem olduğuna inanıyor.

***

İletişim ve diyalog. 21. yüzyılın en önemli iki eylemi. Bunlar oldukça birlikte yaşayabilme başarılacak.

Avustralya bilim adamlarının yaptıkları bir araştırmada bitkilerin birbirleriyle akustik titreşimler sayesinde iletişim kurduklarında daha verimli geliştiklerini kanıtladılar, henüz geçenlerde.

Doğa da aynı yönde davrandığına göre, akıla sahip tek canlı olan insanoğlu hala neyi bekler?

Her daim Godot’yu beklemeye devam mı edeceğiz?

 

2 Yorum