Kral öldü, yaşasın Kral

En eski çağlardan bu yana var olan tüm sosyal ve siyasi çekişmelerin temelinde çıkarlar hep ön plana çıkmıştır. O dönemlerin şehir devletlerinde veya onlardan türeyen ilk krallık modellerinde olsun, Ortaçağın feodal yapısı içinde olsun bu hep böyle gelişmiştir. Yerden ve zamandan bağımsız olarak, iktidarın hemen yanı başında, onun gücünden sebeplenen yığınlar hep toplumun en ön saflarında, çoğunlukla konumlarını hak etmeden yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
22 Mayıs 2013 Çarşamba

En eski çağlardan bu yana var olan tüm sosyal ve siyasi çekişmelerin temelinde çıkarlar hep ön plana çıkmıştır. O dönemlerin şehir devletlerinde veya onlardan türeyen ilk krallık modellerinde olsun, Ortaçağın feodal yapısı içinde olsun bu hep böyle gelişmiştir. Yerden ve zamandan bağımsız olarak, iktidarın hemen yanı başında, onun gücünden sebeplenen yığınlar hep toplumun en ön saflarında, çoğunlukla konumlarını hak etmeden yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Fransız Devrimi’ni hazırlayan en önemli etkenlerden biri bu kapalı çevrelerin halkı yok saymaları değil midir? Burjuvazinin gereksinimlerini yanlış okuyan ya da hiç okuyamayan iktidarın ve çevresinin çöküşünü simgeler 1789’un Paris’inde başlayan olaylar. Esas itibarı ile kralın ve kraliçenin başlarına inen giyotin, bir dönemin sona erdiğinin habercisidir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin yayınlanması, sosyal ve siyasi anlamda geri dönüşü olmayan bir yola girildiğinin göstergesi olacaktır.

Kralın ve krallığın ortadan kaldırılması, vatandaş kavramının oluşmasına ve devrimin eşitlik, kardeşlik ve özgürlük gibi kavramlarının yeşermesine yol açmıştır şüphesiz. Sarayın ve aristokrasinin buna yıllarca ayak diretmeleri temelde başlayan değişimi algılayamamaları nedeni ile olmuştur. Ancak şu da bir gerçektir ki, devrim kendi iktidarını yaratmış ve bunun hemen yanı başında yeni bir çevre oluşmuştur. Devrim sürecinde, aylar süren ve 15.000’den fazla insanın giyotine gönderildiği terör dönemi, onu destekleyenlerin kendi aralarında kıyasıya dövüştükleri bir zaman dilimini ifade eder.

Benzer bir durumu Bolşevik Devrimi’nde görmek olasıdır. Çarlık idaresine karşı ilk provasını 1905 Rus – Japon savaşı sonrasında veren halk nihayet 1917’de başlayan süreç sonrasında rejimi devirir.  Çar ve çemberi, birbirlerine yoldaş diye hitap edecek başka bir güce yerini terk edecek, Romanov’ların sonu Fransız kralından değişik olmayacaktır. Önerdiği yeni model yaşam şekli ile halkın gündelik dertlerine deva olma peşinde ter döken Lenin ve arkadaşlarının etrafındaki yeni çember, “Kral öldü, yaşasın Kral” dedirtecek şekilde davranacak, devrimin vahşi romantizmi yerini birkaç yıllık bir süre zarfında bir cangıl barbarlığına bırakacaktır. Lenin sonrası durum daha dramatik olacaktır. Çember içinde verilen iktidar mücadelesi, devrimin mirasçılarını en kanlı şekilde karşı karşıya getirecektir.

1933’te iktidara gelen Nasyonal Sosyalizm’de de böyle olmuştur. Führer en büyük öğretici lider kimliği ile iktidarın ve yaşamın odak noktası haline getirilmiştir. En başta böyle bir talebi olmamasına rağmen çevresi, Hitler’in varlığı üzerinden güç kazanmak için onu olduğundan daha güçlü göstermiş, kendisine hak etmediği birçok paye biçmiştir. Sonunda da yarattığının altında ezilmiş, un ufak olmuştur.

Siyasi erki tekeli altına aldığı dönem ile savaşın başlamasına kadar geçecek sürede, Hitler'in etrafında yapılanan Nazi aristokrasisi, yaşam beklentileri ve sosyal kökenleri değişik binlerce kişi tarafından oluşur. İnsanların birbirlerine güvenmedikleri, birbirlerinin sırtından iş yaptıkları, birbirlerini ele verdikleri, ihbar ettikleri günler Alman ordularının müttefikler karşısında geri çekildikleri döneme rastlayacak, Hitler’i Hitler yapanlar bir cadı kazanı içinde kaynayıp buharlaşacaklardır.

Bünyesinde, şekli ve şiddeti ne olursa olsun, mutlakiyet barındıran rejimlerde, iktidarın, insanı Nirvana’ya ulaştıracak iksirini elinde tutanın ortasında bulunduğu çemberin davranış kodunu tarih defalarca yazmıştır. Yukarıda en yaygın bilinen üç tanesine kısaca değindim. Burada irdelenmesi gereken, yürütmenin, yasama ve yargının birbirinden bağımsız çalıştığı demokrasilerde dahi bu çemberin nasıl oluşabildiğidir. Bunu insanı önüne katıp koşturan hırslarına bağlamak her halde verilecek yanıtların en masumu olacaktır.